13 Mart 2010 Cumartesi

istanboldan taşra'ya bakmak

ekşiden seçki
son derece turistik bir film bence. hani türkiye'nin tanıtımında filan kullanılmak üzere çekilen cinsten. ama anadolu'yu anlatıyor mu filmdeki stilize görüntüler bütünü? bence kesinlikle hayır.
başlarken "metropol" diye sadece istanbul veriliyor. ama ne istanbul: pera festivali dönemindeki istiklal caddesi. yersen yani.
sonra anadolu'ya geçiyoruz. orası da sanki homojen bir coğrafya.
oradan oraya atlıyoruz ama nerede olduğunuzu, dinlediğiniz şarkının nece söylendiğini öğrenmek istiyorsanız filmin sonuna kadar bekliyorsunuz çünkü öyle açıklama yazıları filan yok.
görüntüler güzel evet ama anadolu böyle bir yer mi? sevimli teyzeler, komik amcalar, zenneler filan... bu kadar naif mi anadolu yoksa kendi ülkemize oryantalist bir gözle mi bakıyoruz. seyirci de bayılıyor böyle işlere yalan değil
filmin en sorunlu kısmını sona sakladım: müzik. ki müzik de aslında çıkış noktasıymış filmin.
yerel malzemeyi her türlü popüler, ticari işe malzeme olarak kullanabilirsiniz tabii. beğeniriz, beğenmeyiz ama söyleyecek bir şey yok.
fakat eğer "anadolu kültürünün korunması" vs. gibi bir derdiniz varmış gibi yapıyorsanız ki yapıyorsunuz o zaman hiç olmazsa o belgeselde müziğe bulaşmasaydınız da gerçekten bir "belgesel" değeri olsaydı en azından müzik açısından.
meander

Anadolunun Kayıp Şarkıları - Lost Songs of Anatolia
Yükleyen AnadolununKayipSarkilari. - Tüm sezonlar ve tüm bölümler

Nezih Ünen'in seneler süren çalışmaları sonucunda! ortaya çıkardığı yapıtı, Anadolu'nun Kayıp Şarkıları hakkında bu kadar güzel eleştiri arasından ekşi sözlükten neden bu yorumu aldığımı düşünenleriniz olacaktır. Bu aslında oldukça eski bir hikaye. Doğumumdan beri yaşadığım.
İlk kez banka eğitiminde Ankara'dan geldiğimizi söyleyince eğitmenin "haa taşradansınız yani" cevabı üzerine, Anadolu'nun İstanbullularca taşra diye adlandırıldığını öğrenmiştim. Aslında taşra, bir ülkede başkent dışında kalan yerler için kullanılan bir terim olmasına rağmen Osmanlıdan kalma bir alışkanlık ve Konstantinapolis şımarıklığıyla, bazı İstanbullular Ankara'yı da içine katıp Anadolu'ya taşra demeyi uygun görüyorlardı. Bu filmin dili de bence temelde bu bakış açısına dayanıyor.
Taşralı bir kızım ben. Ankara'da doğup büyüdüm. Ki Ankara Anadolu'nun savaşmaktan ve çiğnenmekten yorgun düşmüş topraklarına ne uygun bir başkentti. Kurak, inatçı, zor... İnsanların elleri toprakları kadar çatlamış.
Türk tanışma adetleri (kanun/kuralları) kitabının ilk dört baba sorusundan biri olan
"Nerelisin?" e annem Kızılcahamamlı babam da Kayserili diye cevap verdiğimde gelen sorulardan biri siyah saçlarıma bakarak "Kürt müsün?" ya da "Hiç öyle görünmüyorsun. Sende Akdenizli havası var." olurdu.
Anadolu'da doğmak ve büyümek, bu toprakların insanı olmak basit birşeymiş ve sanki ben ondan biraz daha fazlasıymışım gibi söylenmiş bu sözlere kızgınlıkla bakardım.
Bu filmle ilgili yapılan yorumlarda da bunu sezdim. Sanki Anadolu'nun böyle bir müziği barındırması şaşırılası bir halmiş tavrı var. Ben de bu tavra oldukça şaşıyorum açıkçası. Nezih Ünen, müzikleri günümüz popüler sinema tekniğine uygun olarak efektlerle doldurmak gerekliliğini duymuş olmalı ki çıplak ses bulmak neredeyse imkansız. Entrüman ve insan sesinin çıplak dansını görmek olmalıydı sanki amaç. Sinema ilginç bir silah. İstediğiniz yerde görüntülerle, efektlerle, sözlerle topluca insanları güldürebilir, ağlatabilir, ya da neşelendirip, hüzünlendirebilirsiniz. Bu oryantalist duygu hipnozundan sıyrılıp Anadolu'ya insanıyla, türküleriyle, acılarıyla hakettiği ilgi gösterildiğinde bu film de amacına ulaşacaktır. Ama sonuç itibarı ile benim için dağ fare doğurdu.
Diyarbakır'ın sağ kulağından Burak Dikoğlu'nun kulağı çınlasın, bu yazdıklarımı okusa "Anadolu Candır" derdi.
Anadolu candır gerçekten. Arı bir ruhu vardır. O yüzden bana göre TRT2deki taşralı yönetmenlerin çektikleri Anadolu Belgeselleri bu kadar tanınmayacak olsalar da bu Osmanlı bakış açısına yeğdir.

Hiç yorum yok: