21 Ekim 2010 Perşembe

pratik romantik

Bu sefer, yere düşen bir kalemlik sesiyle uyandırdı kediler. Düşen eşyalardan bahsetmişken, kedi sahibi olduktan sonra, uyurken yere düşme sesinden, eşya tahmin etme konusunda, ciddi bir birikim sahibi olabilirsiniz.

İki kedi almamdaki nedenlerden biri de buydu. Birbirleriyle oynayıp sıkılmazlar diye düşünüyordum. Her zaman yaptıkları gibi kovalamaca da oynayabilirler, ama nedense her sabah, beni de bir şekilde uyandırıyorlar. Bazen bu uyandırma, o kadar sevimli oluyor ki karşı koyamıyorsun. Hamur hanım, yanımdaki yastığa yatıp kararsızca önce patisini yanağıma dokundurup çekiyor, gözlerim kapalı ama görüyorum, dünyanın en masum ve en büyük gözlerini açmış bana bakıyor. Tutuyorum kendimi, uyanıp yumuşacık tüylerine suratımı gömmemek için. Biraz daha uyanmamı bekleyip, patisini koyuyor yanağıma, altındaki o siyah deri sıcacık. Hırıltısını duyuyorum, yanağımda pati izlerini hissediyorum.

Bazı sabahlar, içine gömülüp saklandığımda, hırıldayarak pofuduk battaniye ve yastık havuzunda bir parmak arayışına başlıyor. Parmak emmeye İrem’den sonra iyice alıştı. Kedinize “hayır” demeyi bilmelisiniz, yoksa bir daha asla durmazlar. Hamur da İrem “hayır” demeyi bilmediğinden, parmak tiryakisi oldu. Diğer yandan hepimiz de bir şeylerin tiryakisi olduğumuzdan, onu hem anlıyor hem daha çok seviyoruz. Parmak gördüğü zaman, bir bağımlı gibi kontrolünü kaybediyor ve bırrklayıp parmak emme seansına başlıyor. Önce uygun parmağı seçmesi gerek. O yüzden yeni emmeye başladığı ellerde uygun parmak seçimi için birkaç deneme yapar. Sonra emzik emer gibi salyalarını akıta akıta parmağınızı emerken kulaklarını hafifçe titretir. Gözleri tavanda sabit bir noktada, hareketsiz. Sonsuz bir orgazm anı gibi. O parmağınızı emerken açtığı göbeğini istediğiniz kadar mıncıklayabilirsiniz. Biz bu kendinden geçiş dakikalarına Hamurun Parmak masajı diyoruz. Onun dünya üzerindeki en yumuşak kedi olduğundan eminiz. Bir kediyi sevmek neden rahatlatıcıdır? sorusunun cevabı sanki. Hamur, dünya üzerinde, “hayır” demenin en zor olduğu kedidir.
O sabah da kalem kutusunun sesiyle uyanıp, dağılanları topladıktan sonra yatağa döndüm. Parmak tiryakisi kedim hiç parmak bulamayıp bırkk layarak gidince, çiçekli battaniye sularının uyku denizine dalar gibi, biraz daha uyumaya çalıştım.
Ama olmadı.
Olmaz.
Ruhun bedenine, aklın başına dönmüştür çoktan. Gerçek hayat, rüyaların yakasını hiç bırakmaz.

Ben de, su ısıtıcısına biraz su koyup, tarçınlı ballı çay yaptım kendime, Bart’ı uyandırmamaya çalışarak.

Sabah saatlerini seviyorum. Herkes uyurken bahçede kedilerin öldürdüğü sümüklüböcek ve solucanları, üst kat komşularının attığı fındık, fıstık kabuklarını toplamaya başlıyorum. Bir yeri temizlemek kafamın içindekileri temizlemekle aynı şey benim için. Keyif işi. O yüzden bir yandan ufak bahçemi temizlerken, diğer yandan biraz önce sardığım ince keyif sigarasından bir fırt çekip arka bahçelere bakarak, Bart’ın uyandığımızda söylediklerini düşünüyorum.

I had a nightmare last nigt.
What was it?
I was searching for you, but I coulndt find…


Bart’ın sorunlarımızı ya da mutluluklarımızı konuşma şekli bu; rüyalar. Bir şeylerden konuşmak istediğinde rüyasında gördüğünü söylüyor ve ben her seferinde bu konuda da ne kadar birbirimize benzediğimizi düşünüyorum. Diyorum ki içimden, buna rağmen anlaşamıyoruz. Canımı sıkıyor. Dün gece İrem de aynı şeyi fark etmiş.

Çocuklar, sizin ciddi bir iletişim probleminiz var.

Bana duyduğu bütün o sevgiye ve aşka rağmen, gerçekten ciddi bir iletişim problemimiz var Bart’la. Anadillerimizi bilmeden, birbirimizi kırmamaya ve anlaşmaya çalışıyoruz. İkimiz için de İngilizce, içinde yüzmeyi o kadar da iyi bilmediğimiz yabancı bir su gibi. Biz, yabancı bir suyla dolu bir havuzda, karmaşık bir dalma çıkma oyunu oynayan, iki çocuk gibiyiz. Suya daldığımda beni bulamıyor Bart... Korkuyor ve bir kabus gördüğünü söylüyor o yüzden. Bense ona bakıyorum ve onun ev kadar sıcak gözlerinde aşkını, sevgisini, mutluluğunu, hüznünü görüyorum. Gel gör ki, o aşk, kalbimdeki aynadan yansımıyor. Onun gözlerine baktığımda, onun aşkının, sevgisinin ardına geçiyor aklım. Cam gibi. Arkasındakileri görüyorum, ama bendeki aşkın bir yansıması yok. O da bunu biliyor bence. Bunu konuşacak kadar detayına inemiyoruz, ya da inmek istemiyoruz.

O yüzden, böyle zamanlarda, o beni biraz kendimle bırakmak için istiklale yürüyüşe çıkıyor, benim sevdiğim cdleri kitapları alıyor ve kocaman bir buket çiçek ve kalpli kırmızı bir kutuda çikolata. Ben küçük prensi bitirmiş, bahçeyi ve çiçekleri düzenlemiş oluyorum. Sagiye vermeliyim bu kitabı diye düşünüyorum. Sonra bütün o cdlere, kitaplara, çiçeklere ve çikolatalara bakıp gülümsüyorum. Sofrayı kuruyorum, yiyoruz. Filmlerden bahsediyoruz, o bulaşıkları yıkıyor. Sonra yürüyüşe çıkıyoruz. Belki çiçeklere vazo almaya. Genellikle yaptığım gibi Harbiye’nin sessiz arka sokaklarından yürüyerek kedi parkına gidiyoruz.

Kedi parkı, arkadaşlarımı götürmeyi sevdiğim bir yer. Orası, her zaman kedinin köpeğin çok olduğu bir parktı. Büyük arka bahçeli, kocaman camlı, güzel Maçka evlerinin baktığı sakin ağaçlı bir yürüyüş yolu… Önce birileri kedilerini bırakmış buraya, sonra kediler çoğalmışlar. Şimdi, her renkten, her karışımdan, her boydan, her çeşitten onlarca kedi parkta yaşıyor. İçeri girer girmez buradaki kedi popülâsyonunun diğer yerlere göre fazla olduğunu fark ediyorsunuz. Pergolanın altındaki kedi restoranına vardığınızda ve birbirine sokulup yatan, yemek yiyen, dolaşan onlarca kediyi gördüğünüzde anlıyorsunuz ki burası bir kedi cenneti. Her hafta yeni bebekler türüyor. Sarışın mavi gözlü bir ufaklık çıkmış piyasaya. Onu alıp havaya kaldırıyorum, boyuna göre ağır sayılır, duruşu da sıkı. Kuyruğuna bakıp, çok tatlı olacak bu ufaklık diye yere bırakıyorum. Koşturmaya başlıyor. Barta gösteriyorum bu sefer. Nedense parka Sagiyle gelişimiz, aklıma geliyor. Aslında direk eve gelecektik ama susmak bilmez taksici bizi yine bu parka getirmişti o Pazar akşamı. Parkta yaşadığını düşündüğümüz veteriner kız gelip herkesin buraya kedi bıraktığından, hepsinin hasta olduğundan dert yanıp durmaya başlamıştı. İnsanlar Sagi ve beni bir arada görünce durmaksızın konuşma hastalığına yakalanıyorlar sanki.

I want to be a vet when i was a child diyorum. Anlamıyor bart. Hı? Diyor.

Kızıyorum.
O an Saginin orda olmasını ve Ermenice telaffuzlu bir Türkçeyle, duraklayarak ona;

ben çocuk iken, veteriner olmak istemiş idim, ama gel gör ki beybabam, bahçe tanziminin bir hanım için daha münasip olacağını söylediler.
demeyi isterdim. O zaman, bazı kısımları anlamadığını belirten gülümseyen baş sallayışıyla;
Münasip. Arapça. Derdi. Gülerdik.

Ama Bart sadece hı? Dedi ve kızdım. “Nothing. I want ice cream” diye devam ettim şımarık çocuklar gibi. Nişantaşı’na çıkıp. İrem’in okulunun önünden geçtik. Bart, yeni açılmış bir İtalyan dondurması dükkanı buldu ve ben de böylece karpuzlu ve çikolatalı dondurmayı yiyebildim. Dondurmalarımızı yiyerek Beşiktaş’a inip, tam istediğim gibi bir vazoyla eve yürürken, iskelenin hemen yanında, daha önce de vosvogen minibüs aldığım adamı buldum. Başka bir araba almalıydım. Üstü açık iki kişilik mavi bir cabrio seçtim. Sagiyle olsak bunu seçerdik. Bilmediğimiz bir yerlere gidip, açık havada muhabbet etmek için. Barta sorduğumda plakasında “love” yazan Hippi vosvosu seçti. Benim aklımsa, mavi, üstü açık arabada. Biraz otobüs bekledik, sonra beklemekten vazgeçip yürüdük. Bana dokunabilmek için tüm poşetleri sağ eliyle taşırken o kadar heyecanlıydı ki şarkı mırıldanmaya başladı.

Sonra Nalan’ın sesini duydum. Şükret Pınar. Yetinmesini bil. Haksızlık ediyorsun. Sana güzel olduğunu söyleyen, çiçek ve çikolata alan bir adam var. Bir şeyleri sen istemeden yapıyor. Sana hiçbir iş yaptırmıyor, çanta taşıtmıyor… Kaç zamandır kimse sana çiçek almamıştı ve sen bunu söyleyip duruyordun. Bunlar başka bir model güzelim. Bildiğin erkekler gibi düşünme. Benimkine su şişesinin kapağını bile açtırıyordum. Prenses gibi davranılmayı hak ettin. Tadını çıkar.

Nalan ufak tefek ama bütün güzel enerjileri, o ufak bedende toplamış, gelmiş geçmiş en iyi kız arkadaştır. Aslında her şey onunla yediğimiz bir ıspanaklı krep seansında başladı. Ben Türk erkeklerinden bıkmıştım, o ise bu yollardan çok önce geçmişti. Ispanaklı krepin mantar sosundan biraz alıp
Türk erkeklerini anlamıyorum. Tek istedikleri sevişmek ve onu da beceremiyorlar. diye söyleniyordum. Nalan o yemek boyunca yabancı bir erkek arkadaşa sahip olmanın faydalarını saydı durdu. Ve o yemekten sonra, ben de kesinlikle Türk erkeklerini listemden çıkarmaya karar verdim.

Nalan’ın önerdiği Couchsurfingden birkaç kişiyle buluştum. İlginçtir, gerçekten her seferinde çok hatırlanası ve iyi insanlarla tanıştım. Bart İstanbul’a ziyarete gelen bir turistti. Benim profilimde “storyteller” başlığı vardı. O da bana hikaye dinlemeyi çok sevdiğini ve kahve içmek istediğini yazıyordu. On gün İstanbul’da olacaktı ve biz neredeyse her akşam bir kahve için sözleştik. Ama işyerinde, son anda çıkan işler yüzünden, o kadar geç çıkıyorduk ki, gideceği güne kadar görüşemedik. Pazar sabahı saat 7’de uçağı vardı ve biz Cumartesi 9 buçukta buluşmaya karar verdik.
Cumartesiler önemlidir. Eğer benim hayatım, benim dinimse, cumartesiler, benim kutsal tatil günlerimdir. Cumartesiler, hiçbir şey yapmamak ve her şeyi yapmak içindir. Sabah kalkıp Sponge Bob seyretmek, bütün gün tembellik ve bakım yapıp, akşam arkadaşlarla takılmak, dağıtmak, ertesi gün kaçta kalkacağını düşünmeden eğlenmektir. Son işimde haftanın 6 günü sabah 9 akşam Allah ne verdiyse çalıştığım için Cumartesinin tüm enerjisi saat 10’dan sonrasına sıkışıyordu yani Cumartesileri ne bulursak içiyorduk.

O yüzden Pazarları Sagi var. Ama Sagi kısmına daha sonra geleceğim.

Nerde kalmıştım? Bartla çok içilmiş bir Cumartesi gecesi buluştuk. Kesinlikle o kadar sarhoştum ki bazı kısımları tam olarak hatırlamam mümkün değil. Ama ona, beş sene sonra, Kaş’ta sahip olmak istediğim bahçeyi, tavuklarımı, keçilerimi ve domateslerimi anlattığımı hatırlıyorum. Ve genç kız rüyası adındaki acayip tatlıyı, Paris’te babasıyla sipariş eden kız arkadaşımın, tamamıyla kalkmış bir erkek organına benzeyen bu muzdan yapılmış tatlıyı, babasının yardımıyla nasıl devirip, parçalara ayırdığını anlattığımı da. Evet gerçekten komik bir insan oluyorum bazen. Onunla uzun süre buluşmalarımızı erteleyen taraf olduğum için, o akşam için bir konser ayarladım. Cumartesileri dışarı çıkma alışkanlığımdan vazgeçmeliyim. Çok kalabalık, gürültülü ve sanırım artık böyle şeyler için çok yaşlıyım. Konserde iki şarkıdan sonra duramadık ve bir şeyler yemeye gittik. Onu dolmuşa bırakırken yaktığımız sigaraların ardı arkası kesilmemeye başladı. Dolmuşlar geçiyor, gidiyordu ama Bart gitmek istemiyordu. Birkaç saat daha dolmuş durağında dolmuşa binen insanlarla ilgili hikayeler uydurduktan sonra gerçekten çok yorgun olduğumu söyleyip izin istedim. Daha sonra bana gönderdiği mesajların ardı arkası kesilmedi. Bana aşık olduğunu ve baktığı her yerde beni gördüğünü yazıyordu. Denizin dalgalarında, zeytin ağaçlarının kokusunda, bebek kaplumbağaların aceleciliğinde, kahve fallarında. Aslında rotası Fethiye, Kaş, Kapadokya ve sonunda da Suriye’ydi. Beni görmek istediğini söyleyerek iki hafta kalmak üzere İstanbul’a geldi.

O kadar uzun zamandır yalnızdım ve buna o kadar alışmıştım ki iki hafta aynı adamla aynı evde kalma fikri benim için kesinlikle en korkutucu şeydi. O bir yandan mesajlar atıp iki hafta boyunca ev işlerini yapacağını, kedileri eğlendireceğini, alışveriş ve yemek yapacağını ve akşam eve geldiğinde benim de dinlenmek için vaktim olacağını yazıyordu. Bu adamı hemen hemen hiç tanımıyordum. Benle görüşemediği zamanlarda birlikte takıldıkları ve mutlaka tanışmalısınız dediği İrem’e bir mesaj yazdım. İşyeri bana çok yakındı, biz de bir akşam kahve içmeye karar verdik. Bart haklıydı, İrem ve ben aynı frekanslardaydık. Kedileri seviyor, kumpir seviyor, waffle seviyor, keyif yapmayı seviyor, how i met your mother seviyor. Zeki espriler yapabiliyor. Ben de bu işaretlerden sonra onun ve Nalan’ın fikirlerine kulak verip, işleri akışına bıraktım. Bir şeyler kötü giderse bile kasma kendini, mutlaka değişir işin seyri demişti. Ben de kızları dinlemeye karar verdim. Ama işler değişmedi.

Bartla buluştuğumuz Cumartesi akşamını hatırlıyor musunuz? Ertesi sabah Sagi geldi. Yine Couchsurfingden İsrailli bir Exchange öğrencisi. O Pazar yine çok geç yatıp iki buçukta zorla kalktıktan sonra bir şeyler almak için markete gitmiştim. Evde hiçbir şey kalmamıştı ve ellerimde torbalarla Kısmet apartmanından içeri girdiğimde, giriş katında inanılmaz güzellikte bir çocuk duruyordu. Giriş kattaki kadın ve kızı ağızları açık bu güzelliği seyrederken, gülümsedim,

Sen kesin bana gelmişsindir, hoş geldin sagi

Sonra sagi her Pazar geldi. Beni erkenden uyandır, dediğimde sabahın 10’unda geldi. Hem de elinde kahvaltılık malzemeyle. Mailleşemediğimizde bile. Her koşulda geldi. O benim Pazar arkadaşımdı ve Pazar günü, dostum, günlerin sultanıdır.

Bir Pazar, İremle tanıştılar, irem sultan kahvaltısında kaşarlı sucuklu omlet yapmıştı. Küçücük kırmızı sehpada, muhteşem bir kahvaltı sehpasının başında dört kişi kahvaltı etmiştik. Alice Harikalar Diyarında tavşanla kahvaltı ediyor gibiydik. İrem, Sagi, ben ve Umut. Size Türk erkeklerinden bahsetmiştim ya. Umut, Türk erkeği klişelerine güzel bir örnek. O cumartesi İremle evde, kedi sevip muhabbet ederken uğradı. Onunla çok uzun zamandır arkadaştık, bir yıla yakın aynı evi paylaşmıştık. Benden nefret eden bir kızla, benim paramla Phuket adasına tatile giden eski nişanlımın okuldan arkadaşıydı. Bu olaydan sonra da görüştüğüm ender arkadaşlarından biriydi ve başlarda abi kardeş gibiydik. Ama Türk erkeklerinin, eninde sonunda tek düşündükleri sekstir. O Cumartesi de Umut elinde çeşit çeşit içkiyle eve geldiğinde tek istediğimizin biraz gülmek ve rahatlamak olduğunu anlatmaya çalıştım ama “hayır” Türk erkekleri için yeterince güçlü bir kelime değildir. Sanki biri Türkçeyi öğretirken onlara “hayır” ı öğretmeyi unutmuş gibidir.

Umut geldiğinde evde cumartesi gecelerine özel kıyafetlerimden biriyle oturuyordum. Kaplan desenli çoraplarım, siyah elbisem ve toplanmış saçlarımla. Cumartesi gecelerine hak ettiği saygıyı göstererek. Elbise giymeyi hep sevdim, çünkü çocukluğum boyunca kısa saçlarım ve adım yüzünden erkek sanıldığımdan elbise giymek kendimi hep kız gibi mutlu ve sevimli hissettirdi. Ama Türk erkekleri için, elbise giyen bir kadın tek bir şey demektir; “sevişmek istiyorum”. O gece de Umut peşimi bırakmayıp defalarca aradıktan sonra, sabah beş buçukta uyku arasında “dışarıda kaldım” oyununu kullandı. İremle katlanmak zorunda olduğumuz kalabalık, gürültülü, anlamsız kurban konserinden ve soğuktan bitap düşmüş ama (lanet olsun) sabahın köründe uyandırılmışım. Peki, geri dönüp yatağa yatabildim mi? Hayır. Çünkü, (tekrar edelim) Türk erkekleri “hayır”dan anlamazlar. Anlatırsınız, kızarsınız, kaçarsınız. Kar etmez. Ben de Umut'tan saklanmış kanepede sızmaya çalışırken tek istediğim Saginin gelmesiydi. Mailleşememiştik ama gelirdi mutlaka. Sonra İrem ve Sagi aynı anda geldi. Umut, içerde uyuyordu. Ve biliyorsunuz işte kahvaltı masası, falan filan… Umut, bir şeyler atıştırdıktan sonra gitti. Biz İrem’le Barttan konuşmaya başladık. Çünkü Bart, ya bana, ya ona durmadan mesajlar atıyordu. Sagiye anlattık, durdu.

Peki Bart varsa, Umut'un ne işi var burada?

Bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyorum ama bu işin mantığını değiştirmiyordu. Sagi haklı ve lanet olsun onun hep haklı olmasından bazen nefret ediyorum. Türk erkeklerini hayatımdan çıkarmalıyım.

Bir gün yine Sagiyle, amaçsızca Cihangir merdivenlerde bira eşliğinde muhabbet edip, Tophaneye inmiştik. Onun İngilizce, Arapça, Fransızca, İtalyanca ve İbranice bilmesi dışında ilginç özelliklerinden birisi de Türkçeyi kültürüyle öğrenmiş olmasıdır. Türk gibi konuşur, pazarlık yapar, tavla oynar. Ve Almanyada birlikte yaşadıkları Mısırlı kız arkadaşı Nahlaya çok bağlıdır. Onu bu kadar sevmemin ve yakın arkadaş olmamızın en önemli nedenlerinden biri de o kıza duyduğu temiz sevgi belki de. Sagi Tophanede Nahlanın anlamının damla olduğunu anlatırken balık tutan adamları seyrediyorduk.

Onun en çok nesini seviyorsun? diye sordum.
Gülüşünü dedi duraklamadan. Güldüğünde yanağında bir tek gamzesi oluyor ve bebeklere benziyor.

Bu aşka nasıl saygı duymazsınız ki? Peki, ben Bartlayken neden Sagiyi düşünüyorum? Aslında bu aşkla değil arkadaş olmakla ilgili, belki de şu an sürekli birlikte olmak istediğim kimse yok. Hayalimdeki evde, çocukluğumdan beri istediğim gibi iki kedimle ve yalnızlığımla o kadar mutluyum ki. Sanki bu ev tam ayarında duran bir teraziymiş, bazen bazı ağırlıkları kaldırıyormuş, ama sürekli bir ağırlık tüm dengemizi bozuyormuş gibi. Evlenmemek için uydurduğum mazeretlere bakın! Aslında sorun evlilikle, birlikte yaşamakla ilgili değil. Selvi boylum al yazmalımda Türkan’ın Kadir’le Ahmet arasında yaşadığı ikilem bu. Sevgi, aşk mı, yoksa emek midir?
Aynı Türkan gibi yolun kenarında bir tarafta Ahmet Mekin, diğer tarafta zaten bir kadirim yok. Ya yola çıkacağım, ya “sevmek emektir” oyununu oynayacağım.

O zaman, hazır işsizken, yani her şey benimken, hayal kurmaya başlamanın zamanıdır. Eminim Bartla yine görüşebilir ve dünyayı görebiliriz. Arkadaş kalabiliriz. Ama ben o iflah olmaz romantiklerden biriyim. Bıkmadan sohbet edebileceğim, güleceğim ve aşık olacağım adamı arıyorum hala. Kabul ediyorum etraf çok kalabalık, bir sürü insan var, birini benzetiyorum ama çoğunlukla yanılıyorum ve onu tam seçemiyorum bazen. Ama görünüşe göre hala O’nu arıyorum. (Lanet olsun dostum Türkçe’yi çok seviyorum. “O” demek için, bahsettiğimin kadın mı, erkek mi yoksa hayvan mı olduğunu düşünmek kadar ırkçı bir tavır var mıdır? :=)

Yaş:34
Boy:1.70
Zeki, eğlenceli, konuşkan ve uyumlu kediye, bir adet, "O" aranıyor.
Yolla evrene gitsin.
Görüşürüz.

2 Ekim 2010 Cumartesi

tearsday

being with you
is like your eyes
turns sunshine blue

after you leave
if some day come
and my mind cant remember you
im afraid that
am i going to forget your eyes too
so, i named that as a tears-day
but not give up hope
and accepted that divideness not true
i put on your smile and wait
to turn you back again on one sun day
and make my sunshine blue

1 Ekim 2010 Cuma

uyku öncesi

Gitmeden çıkar bedenini
Sen kalmalısın sadece
Giyinmek için beni

Hindiçine gitsen bulurum şayet
Kollarını bırakırsan sevgili
Bırak da

Aşkın açılmış kollarında
Sabaha karşı açmış bir çiçek sanki
Ensemde nefesin
Kollarından bir dünyada

Öylece
Uyuyabileyim seni