30 Kasım 2010 Salı

tabanca ve mandalina

Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı. Kaç kaçmaz mısın? Vardım bir pazara. Bir at aldım dorudur diye. Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye. Padişahın topları ateşe başladı. Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne'ye yettim. Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım.

Bir varmış bir yokmuş, Konstantinapolun Harbiye semtinde bir cadı yaşarmış. Bu cadının iki adı iki de kedisi varmış. Kedilerinden biri özgür olan çamurmuş. Cadı bu eve taşınalı, çamura uzak durur olmuş. Hamur o küçük etekli kızmış. Hep çocuk kalan, sehpaların altına gökyüzleri çizip altında yatan, parmak emen pınar. O kimsenin görmediği ufacık bahçeli, uzun koridorlu, yerin altındaki bu köstebek yuvasında, dört kadın birlikte kalırlarmış. Evde tam bir kast sistemi varmış. Anaç pınar hakimiyeti ele alıp evin sorumlusu oluvermiş. Tüm işleri o yapıyormuş. Çünkü özgür büyük bir depresyon içindeymiş. O kadar silikmiş ki bu evde zar zor kitap okuyor, çok az çiziyor, Allahtan sadece yazabiliyormuş. Çamur özgürün bu silikliğinden nefret ettiğinden var gücüyle onu geri çağırıyormuş. Camın önüne dikilip, gözlerini dikip bakıyormuş özgüre. "Hadi bahçeye gidelim. Kuş kovalayalım, köpeklere kafa tutalım, yakışıklı esmerlerle oynaşalım" diyormuş. Ve pınar gidip camı kapatıveriyormuş. Alıp Hamur'u kucağına dizi açıyormuş.

O sıkıcı ve boş iş gününden sonra, sadece secunun yemeğini düşünen özgür, işten çıkıp koşa koşa eve gelmiş. Pınar evde kalıp Hamuru emzir, Özgür de; hadi kızım çıkalım artık diyormuş.
Gittiklerinde çok eğleniyormuş yine özgür. Pınarsa durmadan, hadi kalkalım hamur evde...
O sabah pınar kötü bir şey yapmış, işe yetişmek için çamuru dışarda bırakıp çıkmış. Yemek de bırakmamış. Çamurun ortak bahçeye bakan her evde bir kabı olduğunu bildiği için rahatmış. Özgürse yol boyu dönelim ikisini ayırmak hiç iyi bir fikir değil diyormuş. İşe gitmişler. Özgürde hep bir huzursuzluk. Boş, verimsiz ve sıkıcı bir gün olmuş. Eve geldiklerinde Çamur yokmuş. Hamur yalnızlıktan çıldırmış. Sürekli söyleniyor, hırıldıyor ve tek düşündüğü parmak. Pınar bir eliyle hamuru emzirirken, özgür netten ernestoyla yazışıyormuş. Tek elle. Görüşelim demiş ernesto, ısrar da etmiş ama, onların hali yokmuş. Perşembe olsun deyivermiş. Sonra da, hadi secuya gidelim demiş özgür.
Secu nefis yemeklerle arkadaşını ağırlamış. Çorba nefismiş. Et yemeğine dokunmamışlar. Mis gibi ekmeğin içine patlıcan, roka ve sarımsaklı yoğurt koyup mini sandviç yapıp yemişler. Kahve içip fal kapatmışlar. Özgür uzun zamandır fal işini pınara bırakmış. Pınar gayet mantıklı ve bilimsel verilerle falını bakıyormuş. Söyledikleri doğruymuş ama yapabileceğinin çok azını kullanıp işini sağlama alıyormuş. Özgürün açıldığından emin olduğu üçüncü gözünü kullanmasına izin vermiyormuş. Cadımız fal sınavını geçer dereceyle atlattıktan sonra uzanmış.
Bu arada secu, onun falda gördüğü kafasında terazili adamı anlatıyormuş.
Sıra cadının falına geldiğinde secu anlatmaya başlamış. Özgüre bakıyormuş bu falı.
Aç şu siktiğimin gözünü, kullan artık demiş. Özgürü göremiyorum. Özgür tatilde diyorum ama çok özlüyorum onu. Sen pınar olmuşsun ve küçük kızlığında nasıl olmak istiyorsan, öyle kalmak istiyorsun. Ama çok yakında bir yüzleşme yaşayacaksın. Ve ondan sonra kafanda yanan, bu ampülü takıp ışığı yakabileceksin, demiş.

O sırada Buda aramış. Onu görüp öyle gidelim demiş, özgür. Sonra muhabbete başlamışlar. Özgür ne kadar özlediğini hatırlamış, sevdiği cadılarla takılmak ne güzelmiş. Eve dönmüş hamur hala çıldırık. Aldırmamış. Çamur için yem koyup camı açmış. Açmış bilgisayarı, müzik çalıp, bir masal efsunu yazmaya başlamış.

Efsununu bitirdiğinde kendini her zamankinden uyanık hissetmiş. Falını düşünmüş. Secu ne demiş? Biri var elinin üstünde tutuyorsun. Karar ver ne olduğuna. Sagiyi düşünmüş. Sagi ibranicede yüce ruh demekmiş ve o gerçek bir yükseltici yoldaşmış.

Sagi'nin Nahlayla ayrıldık dediği anı düşünmüş. Hayır onu dostça seviyormuş. Eğer biriyle olmak istesem bu Ernesto olurdu demiş, pınara. Ama Sagi mükemmel adam, diye mızmızlanan pınarı hayal denizinden çekip çıkarmış.
Gerçek hayata dön artık! Sen o hayal aleminden dönmedikçe ben de gerçek dünyaya dönemiyorum!
Gmaile girmiş. Sagiden gelen maili görmüş, açmış. Sagi o pazarla ilgili Secuya bir şiir yazmış. Saginin bir önceki maili gelmiş aklına özgürün.
Secu ne güzel kız değil mi? Onu ilk gördüğü gün aynı şeyi düşündüğünü hatırlamış. İlk gördüğünde, ya bir daha göremezsem diye, alelacele yüzünü karakalem çizdiğini ve hayatında gördüğü en çekici yüz olduğunu düşündüğünü, hatırlamış.
Gülümsemiş.

Yüzleşecek başka bir şey kaldı mı? diye düşünmüş. Bir de işi varmış artık. Onun için uyuması ve yarın işe gidebilmek için kalkması lazımmış, ama gecenin ikisinde, şimdiye kadar hiç bu kadar hafif, uyanık ve mutlu olmadığını düşünmüş. Yine gülümseyerek Saginin secuya şiirini okumaya başlamış.
Henüz bitmemiş Pazar günü bölümündeki dört kişinin ayrı ayrı yaşadığı gerçekliği düşünmüş. Herkes farklı hissetmiş o gün. Ama elle tutulur tek hatırası, bir tabanca ve mandalinmiş.





A gun and a mandarin
Derby in two hours
Galata Saray say goodbye to your mother

A gun and a mandarin
Derby in an hour and a half
Until than koru pasta with tea
and a beautiful girl

A gun and a manderin
Galata's farewell
Card game and marijuana
The beautiful girl falls asleep with someone else



En sevdiğim sahnelerden biri, matrixin birinde, neo'nun kurşunları tuttuğu, herşeyi çözdüğü ve üçüncü gözünün açıldığı sahneydi.

Diğer favorim de; kahinin, neo vazoyu devirdikten sonraki repliği;

Eğer ben dikkat et demesem, yine de vazoyu düşürür müydün?

Hiç yorum yok: