4 Kasım 2010 Perşembe

siz... siz... işsiz?

Bugün ayın kaçı bilmiyorum. İşsiz kalışımın kaçıncı günü olduğunu bile hatırlamakta zorlanıyorum. Geçen Salı çıkarılmıştım sanırım, bugün Cuma olmalı, o zaman 1.5 haftadır evdeyim. Bana aşık ve benim bir şey hissetmediğim bir adamla.

Dün gece çok kötü bir şey yaptım. Sabah Barttan kurtulup yalnız kalmak için işlerim olduğunu söyleyip dışarı çıktım. Bana yardım isteyip istemediğimi sordu, Net bir şekilde hayır dedim. Bilirsiniz, o pek becerikli bir adam değil. İşleri sadece daha zorlaştırıyor ve uzatıyor. Sanırım, bir haftada, onun o kocaman kolları ve elleriyle bir şeyleri devirmesinden, dökmesinden ve kedilerin kuyruklarına basmasından bıktım. Sonuçta o bir misafir ve evimde onu rahat ettirmeliyim. Ama dostum! Kedinin kuyruğuna basarken, aşağıdan gelen canhıraş miyavlama sesini duymadan, ikiye bölünmüş ve kıvrılmış ince bir solucan gibi duran dudaklarını uzatıp beni yanağımdan öpmeye çalışması yok mu? Bu sırada ben bir yandan kafamı çekip, bir yandan bulaşık yıkıyor ve KEDİME BASMA! diye bağırıyorum.

Evde bir öpücük canavarı varmış gibi hissediyorum. Ne zaman beni yakalasa sarılıp, sıkıp öpmeye çalışıyor.

Sanırım, ben de, kedilere böyle davranmayı bırakmalıyım.

Vicdansız biri değilim inanın. Sabahları ona kahvaltı hazırladım, hikayeler anlattım. Ama bu kadar küçük bir evde devasa bir öpücük canavarıyla rahat edemiyorum. Uyuyamıyorum uyanamıyorum ,yazamıyorum, okuyamıyorum. Of Tanrım yalnızlığı çok seviyorum. İrem’in dediğine göre aşık olsam böyle olmazmış.
Bilmiyorum, belki de olmazdı.

O sabah da, Barttan kurtulup dışarı çıktığımda havanın çok güzel olduğunu ve çok kalın giyindiğimi fark ettim. Ptt’yi bulamayıp eve dönünce fazlalıklarımı atıp, Polo pastanesine konuşlandım. Atmam gereken özgeçmiş maillerini ve yazılarımı attım. Yazdığım hikayeyi birkaç kişiye gönderdim ve havuçlu portakal suyumu içtim. Aklım Sagi’deydi. Dün gece de iyi olup olmadığımı öğrenmek için arayıp, yarın tekrar arayacağım, okey? Diye kapatmıştı.. Telefonuna ulaşamıyordum ve eve dönmeliyim diye düşündüm. Arkadaşımı aradım. Evdeydi. Bütün işleri bitirmiş ve eve dönmeye hazırdım. Ne yazık ki tam öğle saatiydi ve Tanrım, Polo’nun yemekleri gerçekten çok güzeldi. Etraf, bunu konuşup, sürekli, çekirdekli ekmeğini kızarmış, beyaz ekmeğini kekikli ve salatasını avakado soslu istediğini söyleyen ve bu saçmalıkları gayet mantıklı isteklermişcesine kabullenip oradan oraya koşturan garsonlarla doluydu. Hesabı ödeyip, bilgisayarım leylayı toplayıp, Polodan kaçtıktan sonra markete girdim. Aklım hala sagideydi. İçecek ve ekmek alıp kapıdan çıktığımda ana caddeden değil de daha sakin yan sokaktan gidecektim. Hem de o sokakta oturan arkadaşıma uğrayıp biraz alışveriş yapacaktım. Ama kapıdan çıkar çıkmaz Sagiyi gördüm. Yarım dakika geç çıksam onu o kalabalıkta kaybedebilirdim. Ama işte kısmet, kader bizi böyle karşılaştırmayı seviyordu. Arkadaşıma uğradık, İremle konuşup ,ne zaman buluşacağımızı kararlaştırdık. Güneşli ve neşeli bir hava vardı. Elimizdekileri eve bırakıp, aldığımızı içtikten sonra kendimizi dışarı attık. Kedi parkındaki çay bahçesinde tavla atıp İrem’i bekledik. Sonra İrem geldi, tombik bir kedi buldu. Onu mıncıklamaya dalıp tavlayı unuttu. Ve evet sagi ikimizi de fena yendi. Ben zaten tavlada çok iyi değilim, o yüzden sagi benim için aynı zamanda iyi bir öğretmen. Pratik lazım! Diyip sürekli yeni bir oyuna başlıyor. Yanlışlarımı gösteriyor. Ama İrem’i nasıl yendiğini anlamış değilim.

Gözlemelerimizi yiyip, tavlada yenilip, eve dönünce Sagi bir yana, İrem Hamurla tekli uzanma koltuğuna kıvrıldı. Ben de tarçın çubuklu çay demledim ve bir tane sardım. Bütün bu park, keyif, ev hikayelerinde eksik bir şey görüyor musunuz? Eksikliği hissedilmeyen bir eksiklik var ortada ve işin kötü tarafı ben gerçekten hala, Bart’ı çağırmayı istemiyordum. Çocuklarla mutlu geçirdiğim zamanları uzatmaya çalışıyordum. Ama Bart misafir ve tabi ki onu eve çağırmam gerekiyordu.

O gece bir aydır konuştuğumuz Brazzaville konserinden ümidi kesmiştik, bilet yoktu ve evde oturup dinlemek , muhabbet etmek de hiç fena bir fikir değildi. Sagi zaten uyumuştu, İrem de üzereydi. Sonra Bart geldi. Yine o gergin ortam… Sürekli bir Sagiye bir bana bakıp aramızda bir şeyler olup olmadığını kontrol ediyor gibiydi.
Ankara’dan annemin sürekli üzerimde olan gözleri yüzünden kaçmıştım ve başka bir adamın bakışlarını sürekli üstümde istemiyordum. Ona aşık olmadığımı açıklamama, arkadaş olabilmemiz için bana sürekli bakmaması gerektiğini ona anlatmış olmama rağmen kafasını tenis maçı izler gibi sürekli bir Sagiye bir bana çevirip durmasına çok kızmıştım. İrem uyumuştu ve biz üçümüz Bart’ın kafasındaki Fransız filminde saçma bir senaryodaydık, gözlerinde görüyordum. Sagi benim arkadaşımdı ve Bart’ı istemememim nedeni başka bir adam değil, onu istemememdi.

Evimde kapı olmadığından, onun banyoda olmasını fırsat bilip, yatak odasında üstümü değiştirirken, geldiğini fark edip, “stop! please dont come” dememe rağmen, ne demek istediğimi, yanıma gelip sormak isteyen bir adamdan bahsediyoruz. Sonrasında her zamanki gibi ona açıklıyordum. "Bart. If i say stop, that means stop. If I say something i mean that thing”. Ama işte yine görüyordum, Sagi benim dostum dememe rağmen, aramızda bir şeyler olduğunu düşündüğünü. Ne gerek vardı ki böyle bir şeye? Neden neydi, nasıldı hatırlamıyorum, sadece tam o sırada annemin yine aradığını, neden onları hiç aramadığımı sorduğunu, kafamdan “acaba işten çıktığımı mı öğrendi?” diye düşünürken banyoya kaçtığımı hatırlıyorum. Anneme önemli bir şey olup olmadığını sordum. Sadece merak ettiğini söyledi. İşin yoğun olduğunu söyleyip kapattım. Aynaya bakıyordum. Etrafta Bart’ın eşyaları. Dolabıma eşyalarını yerleştirmiş. Her yerde notlar, çiçekler, çikolatalar, bakışlar, nefesler, sehpanın üstünde bütün gece özellikle kel kafasından akan litrelerce teri sildiği bez mendili... Nefes alamadım. O evde Bart ve ben varken nefes alamamaya başladığımı fark ettim. İlk düşündüğüm bu durumdan kurtulmam gerektiğiydi. O sırada telefona gelmiş iki mesajı gördüm.

Yaz başı, bir adama fena aşık olmuştum. Ama öyle saçmalamıştım ki, arkasına bakmadan kaçmıştı. Arkadaşlarıma neden olmadığını anlatıyordum; “Onunlayken sanki elim kolum uzuyor, burnum büyüyor. Saçma sapan konuşuyorum.” Aynı Bart’ın bana yaptığı gibi. Uyurken onu, sabaha kadar seyrettiğimi hatırlıyorum. Kaçması çok normal değil mi? İşte o mesaj atmıştı. Biliyorsunuz, zaman bazı şeyleri, biraz silikleştirebiliyor. Neredeyse altı aydır onu görmüyordum ve aklım başımdan gitmişti. Bart, istediği iki haftanın 5 gününü almıştı en azından. Bense tek bir gece istiyordum.

Ama nasıl?

Sagi içerde Bartla sıkılıyordu. İrem yeni uyanmış uykulu dolanıyordu. Onunla konuşamadım ama beni anlayacağını biliyordum. Planım işe yarasın istiyorsam, kesinlikle riske atamazdım. Salona dönüp annemin, babamın geleceğini söylemek için aradığını söyledim. Hala yaptığımdan emin değildim. Biraz sonra arayıp, teyit alacağımı sıkıştırdım araya. Kendime düşünme payı vermiştim. Bart’a kalacağı bir hostel bakmaya başladık. Suçluluk duymam gerekirken, mutlu hissediyor olmam yanlış mıydı acaba? O anda, yalan söylüyordum ve bu işi bırakalı çook uzun zaman olmuştu. Kendimi sadece İrem’e yalan söylediğim için suçlu hissediyordum aslında. Çünkü Sagi zaten anlamazdı. Yaptığım doğruydu demiyorum dostum, ama gerçekten Bartın yanında nefes alamıyordum.

Sonra irem uykulu uykulu evine gitti. Bartla Sagi çıktılar. Evde yalnız kaldım. Kendi evimde, kendimle. Sonunda.

Bir mesaj yazıp, onu beklediğimi yazdım. Geldi, biraz konuştuk, aylar sonra oturup birer maden suyu içtik. Onu uğurlayınca bir sigara sardım, evin istediğim yerine yattım içtim ve istediğim yerinde sızdım. Sonra hamurla yatağa geçip rahatça uyuduk. Ve sabah, birini uyandırmaktan korkmadan kendime bir kahve yapıp, iş ilanlarına baktım. Evde mutlu ve yalnızdım.

Yalnızlık kelime itibarı ile tek anlamına gelse de, benim yalnızlık kavramım, yanında yalnızmışcasına rahat olduğum insanları, hayvanları ve yerleri de içeriyor. İrem’in iş çıkışları uğraması, Saginin pazarları, arkadaşlara 15 dakkalık ziyaretler, hamurun parmak emme seansları, çamurun yaramazlıkları… Hepsi benim yalnızlığımın parçaları. Ama ne yazık ki Bart değil.

Dün gece, dostum, çok kötü bir şey yaptım. Yalan söyledim ve hala, kaç gündür işsizim bilmiyorum.

Hiç yorum yok: