27 Kasım 2010 Cumartesi

top rock

Rüyamda buluttan bir tahtın dibinde oturan kızıl saçlı bir kız çocuğuyum. Tahtında sevecenlikle, Cenabı Rabbin mucizesi ve rahmeti, Melaike Sultan hanımefendi oturmaktaydı. Bir yandan saçlarımı kedi gibi okşarken, diğer yandan sevgiyle beni dinliyordu.

uyumadan önce blogu karıştırırken, fark ettim ki şiiri unutmuşum bi zamandır
hikayeye dalmışım, belki de kendine şair denen zirtapozlar yüzünden, şiiri de bi yabancılıyorum son zamanlarda, fazla şaşaalı geliyor, ama eğer bendenize ayıracak vaktiniz varsa melaike sultan, sizinle bir kaç naçizane şiirimi paylaşmak ve görüşlerinizi almak isterim. dedim.

senin dolaşık aynan
benim yüzümü alır mı?
sustuğumu okur mu?
sarp bilmez gözlerin
demeden sezdirmeden
gider mi?

göğe asılmış ellerim
kelime alır mı dua
dalımı vuran artar mı
eksilir mi?

o gitti
ya benden kopan döner mi?

durdum. murathan mungan. hani bi işe başlarken allahın adını anma babında bismillah dersin ya murathan da şiirde bismillah gibi bence dedim.

Melaike Sultan, gözleri dolu dolu, ama o sanatsal dudaklarıyla gülümseyerek, ne güzelmiş dedi. şiiri sevmeni seviyorum. şiiri ben de seviyorum, seni de seviyorum, özgür. iyi ki hayatımdasın. bak, gözlerim doldu, hani diyosun ya, sevgi dolu bir kalbin var senin diye, gerçekten öyle, hepinize yeter sevgi var bende. dedi. istediğiniz kadar alın. kendinizi mutlu hissedecekseniz.



sana melaike sultan dememin, bir nedeni olmadığını mı sanıyorsun. dedim.sen bana gönderilen meleksin, içi sevgi dolu, tek istediği sevgi ve mutluluk olan. hem de meleklerin en güzeli. yani sultanı. dizine uzanmış ışıkların arasından bukleleriyle oynayarak anlatıyordum, o yüzden adı melaike sultan, ama erkek gibi kız olduğundan ve candan bir parça olduğundan, soy adı; er can, melaike er can sultan hazretleri.

Melaike sultan mutlu bir kahkaha attı. (aşk mutlu bir kahkaha gibidir)
yerim ben seni hayatımın ışığı.

ben dramatik bir hareketle diz çöküp şiirlerimden birini okudum,

her aşk öldürmektir biraz
aşık olduğun ben'i
sen de
öldür bakalım
ölürü var mı
bu aşkın sevgili

Melaike Sultan derin gözleri uzaklara dalarak, huşuyla; ne güzel ama, ne güzel dedi...

burada şair, aşkı bıçaklayan sevgilisinin gözlerine dimdik bakıp, siktiri çekmektedir. minvalim küfürdür arz ederim, diyerek abartılı bir reveransla yan döndüm. ayaklarım bulutların içine gömülüyordu. eteğimi sallayıp, eteğin paçalarındaki çimen, çiçek ve bulutların arasından, oynayan ayak parmaklarıma bakıyordum.

Melaike Sultan bir an yukarıdaki büyük adama bakıp fısıltıyla, iyi ki şiirde var, diye gülümsedi. Keşke tüm küfürler böyle olsa.

Ben de mutlu bir heyecanla sıçrayıp, kollarımı açarak başka bir şiire geçtim.

dilin neler söyleyecek sevgili?
neyin tadı ucundaki?
hangi bakla?
hangi akla?
hangi?
bir ucundan diğerine
kaç fersahtır sözlerin?
bana sorma
bakışlarım lal
sözcüklerim ama
tüm efendi görünen şapkalı harflere inat
kalbim sus
pus
yapabilirsen
bu puslu cümleyi
uzat
dilini
dile gel
dile
dileğimi

Melaike iç çekerek, keşke yalnız bunun için sevebilseydim seni... dedi

gülümseyerek devam ettim, bana sorma, bakışlarım lal, sözcüklerim ama, tüm efendi görünen şapkalı harflere inat... burada lal ve ama böyle yazılmaz. şapkalıdır onlar.
bilerek dilbilgisi hatası. Oraya şapkayla efendice bir işaret koymuşum. özür dilerim konuyu dağıtıyorum Melaike Sultan hazretleri, kendimi tanımaya çalışıyorum da, bu sıralar. ilk defa başkalarının gözlerinden bakıyorum kendime. Bu arada ayaklarımın dibinde sarılarak uyumuş Hamur ve Çamur'uma bakarak, aç parantez. hamur rüyasında parmak emiyor. kapa parantez, diyerek gülümsedim.

Melaike Sultan da hamuru kucağına alıp gülümsedi. dün akşam kardeşim bile dedi ki, ben hamurla, çamuru özledim. Aç yine parantezi, Kardeşi Eros idi. Afrodit’in oğlu Eros küçüklüğünde, bir oyun oynarken kör olur. Ancak Eros “aşk tanrısı”dır ve bir tanrı olarak işini yapması gerekmektedir. Kör olduğu için Eros’un attığı oklar Eros’un istediği yerlere değil saçma sapan yerlere isabet eder. Böylece aşk ota da boka da konar. Çünkü, aşkın (en azından tanrısının) gözü kördür.Kapat artık.

konuyu dağıtmak istemiyordum, altımızda bulut yapmak için, durmaksızın tüttürülen barış çubuklarının kokusundan kafam karışmıştı.

ne diyordum? ernesto dedi ki, fotoğraflarını ilk gördüğümde kendinden emin biri olduğunu düşündüm ve komik. sonra facebooka girip, kendi fotoğraflarıma baktım.
dışardan ve başka insanların gözlerinde o fotoğrafları görüp, ne hissettiklerini hissettim, senin, ernestonun, seldanın... bazı insanların gözlerinden kendimi görüp
düşüncelerimi hissedemediğimi fark ettim. bunlar bana karşı zaten hiç dürüst olmamışlar onu anladım. hayatımda boşalttığım yerlere hep daha güzel insanlar doldu, bu damlaların birleşip pınardan doğması gibi. beni besliyor. hepinizin farklı bir enerjisi var. sen toprak anasın, selda özgür hava, sagi duru, su...
bu durumda ben ateş oluyorum.
sagiyi çok seviyorum ama o gidecek yerine başkası gelecek... çünkü her sene yeni yağmurlar yağarlar. durdum. sıkıyor muyum? diye sordum.

Melaike Sultan, dersini bilmiş bir öğrencisiyle konuşan öğretmen edasında, keyifle
dinliyorum dedi.

bunalttım mı aceba dedim efenim, sultan hazretleri, diyerek şımardım.

hayır tatlım, hayır dedi Sultan, yüzü gerçekten Melikeye benzemeye başlamıştı. Melike oluyordum. seni düşünüyordum ve senin enerjini diye düşündü. Melike beni düşünüyordu, ben de Melikeyi.

anlatmaya devam ettim, dudaklarım oynamıyordu. Sadece düşünüyordum; son yazılarım mektup gibiydi, ilk kendime yazmakla başladım, şiire ara verip, çook uzun bi hikayeler dizisi yazdım. sonra sunanın gözünden gördüm kendimi, çok sevdim. sabah uyandığında, güneş tüllerin arasından beyaz yastığa sızar ya, o anı sevmek gibi güzeldi, ona ernestoyla ilgili hikayeyi bir mektupla yazdım.

Melike iç çekti, ne güzel bi dünyadır bu.

Sırayla sana, seldaya, en son da sagiye yazmalıyım. Ona da veda ederken belki.
derin bir nefes aldım. gözlerimi açtım aniden. sagi içerdeydi. dün akşam açtığı ibranice şarkılardan birini açtım, gazetelere göz attım. şarkı bitti, facebookta dolanırken, rastgele bir başkasını seçtim. dün akşamı düşünüyordum. tavla oynuyor çay içiyorduk,
nahla neden gelmedi kıbrıs'a sagi?
nahlayla bitirdik.
ciddi misin?? nasılsın peki?
böyle, daha iyi.
tamam, dağ gibi sorunlarımız var diyordun ama, berline geri döndüğünde nerede kalacaksın?
belki ilk zamanlar aynı evde arkadaş gibi, sonra ben bir yer bulacağım.
konuyu hiç uzatmak istemiyordu. Türkçe konuşan Amerikalı taklidi yaptı. O kadar komikti ki gülmekten yanaklarım ağrımıştı. Kıbrıstaki masajcı kediyi, arkadaşının tavlada açık avcısı babasını ve hasta annesini anlattı. aile ve huzur insanı Sagi. Bana durmaksızın ailemi sordu.
Gece Redd konserine gittik önce. Yolda Sagi, durmaksızın, bu gece şarkı söyleyeceğim diyordu. Gittiğimizde program daha başlamamıştı. Sahnenin yanına kurulduk ve yüksek müzikte konuşmaya çalıştık. Olmayınca etrafı seyredip düşüncelerimizle ve gözlerimize anlaşmaya başladık.
Konser güzeldi. Sagi, sözleri anlamıyordu ama, evet aynen, Coldplay gibi dedi. Eğleniyorduk. Sonra telefon aklıma geldi. Baktım ve evet duymadığıma göre mutlaka cevapsız arama ve mesaj vardı. Bir tanesi uzun süredir salladığım bir çocuğundu ki, en son konuşmamızda mahcubiyetimle, bir daha sadece emir kipi kur, gel de geleceğim demiştim. (ne gerek var) mesajla anlaştık ve geleceklerini söylediler. Sagi'ye geliyorum dedim çıktım.
Çocuk tek gelmemişti. En yakın arkadaşı dayanındaydı. Onlara bundan sonra, Tango ve Keş diyelim.
Tango, arsız bir playboydu, gördüğüm anda onu Mosbylemem gerektiğini biliyordum. Kapıda uzun zamandır bekliyordum, geldiklerini görünce, Keşe doğru yavaş çekim koşup sarıldım. Sonra Playboy'a "oo Tango abi. Hastasıyız" dedim. Bir yandan yürürken, bir yandan ellerimle ona tapınıyordum. Aslında bana asılacakken, bir anda saldırıya maruz kalınca ne yapacağını bilemedi ve huzursuz oldu. O hep avının kaçmasına alışmıştı. Kapıda ücret söylendi. Tango huzursuzlukla, ben gelmeyeceğim dedi.(Ayranı yok içmeye...) Sagi içerde bekliyor diye düşünüyordum. Keş gözlerime bakıyordu. Kapıdaki kızın gözlerine bakıp, Doğandan rica etsem o Pınar +1'i +3 yapsa? zaten içerisi de boş dedim. Tamam dedi kız, içeri girdik. Kapıdaki güvenlikçi kadın Sagi'den sonra içeri girdiğim tiplere bakıyordu. Aslında konserin en güzel yeriydi. Doğan yavaş şarkıları, elinde içkisi spot ışıkları altında söyleyecekti. Kızlar kendilerini Doğan diye yırtarken, ben sadece benim anlayacağım bir şekilde gülümseyecektim.
Ama Tango ve Keş huzursuzdu, etrafta yeterince kız yoktu. Tango, Sagiden hiç hoşlanmamıştı. O kadar uğraşmış süslenmişler, beyaz tshirtler, deri ceketler giymişler, bütün animatörlüklerine rağmen, sagi kadar güzel olamamışlardı. Sagi dağınık saçları, sade kazağı ve güzelliğiyle öyle duruyordu. bana yaklaşıp, gözlerini açarak şarkılardan bahsediyordu. Tango Sagiyi dürtüp, yandaki kızların bacaklarını gösterdi. Sagi dönüp şöyle bakarak bana yaklaştı. Playboy kardeşler mi bunlar?
O çocuklar bize huzur vermedi Ordan oraya dolaştırdılar ve sonunda vazgeçtik. Biz Sagi'yle sohbet ederek sakince yürüyorduk. Onlardan ayrıldık. Eve gelip biraz ibranice müzik dinledik. Sonra da uyuduk.
Sabah nette dünkü şu ikilinin fotoğraflarına tekrar baktım. Saginin dün çaldığı şarkıyı açtım. Düşündüm, 23 milyonluk İstanbul'da, çok fazla böyle aç adam var. Ve benim yanımda Sagi. Ruh eşim o değilse bile, öyle bir çıta ki... Tango ve Keşi listemden sildim. Şarkı bitti, rastgele bir şarkıya tıkladım. İçerden Sagi seslendi.
Çok güzel bir şarkı o.
Dün, kanepede sızmadan bana söylediği şarkıyı düşünüyordum. I want to be adored. Bu gece sana şarkı söyleyeceğim, demişti.

Hiç yorum yok: