7 Nisan 2010 Çarşamba

bir gün gelecek ve herkesin bir kitabı olacak

İlk insanın ilk konuşma çalışması (ki burada ilk insan yerine homo erectus, neandartel ya da tricopus gibi sözcükler kullanarak sana hava da atabilirdim ama derdim sana birşeyler ispatlamak olmadığından yazı bir sohbet havasında devam edecek) bir şaşkınlık ya da acı sonucunda olmuş olmalı diye düşünüyorum.Ve yine bana göre kesinlikle "aaaa" sesi ile başlamış olmalı.
gözümün önünde onlarca senaryo geliyor. aslında, öylesi bir dünyada herşeye şaşırabilir değil mi ilk insan? Dinazorlar, devasa dalgalar, depremler, patlayan yanardağlar, salgın hastalıklar ve fırtınalar arasında (dinazorlar dışında değişen ne var ki diyeceksin? ben de sana; onlar da değişmedi dostum! diye yanıt vereceğim ama konumuz bu değil)
konumuz ne? diye soracak olursan,sevgili okur, parantez dışına taşmana aldırmadan, konunun; konuşma ve iletişim ihtiyacı olduğunu hatırlatacağım sana.
taa big bange geri dönmeye gerek var mıydı diye sorgulamaya başlamadan önce son zamanlarda sıkça duymaya başladığım bir konuya çekmek isterim seni.
ama yazı benim olduğuna göre konuyu burada bir görünmez parantezle bölüp neden bundan bahsettiğimi de açıklayayım. uzun zamandır okumadığım oğuz atay'ın korkuyu beklerken'ine kitlendim son bir haftadır. insan okumuşken böyle kitaplar okumalı diye düşündürüyor böylesi yazarlar insana. beyaz mantolu adamın sessizliğine bürünüp, çatı katında unutulan eski sevgiliyi bulmuş olmanın şaşkınlığıyla, ne evet ne de hayır diyemeden sadece; beni çok yalnız bıraktılar sevgilim diye inleyesi geliyor hatta.
belki kendisiyle ilgili beklentimin çok yükseltilmiş olmasından, belki de oğuz atay'dan sonraya denk gelmesinin şanssızlığından, sema kaygusuz'un "yüzünde bir yer"'ini okuduğumda beklediğimi o kadar bulamadım ki, canım sıkıldı. üstadın hikayeleri nasıl su gibi, yağmur gibi, rüzgar gibi akıyorsa, sema'nın önüme çıkarmaya çalıştığı yol o kadar taşlarla kayalarla dolu ve o taşlıklı yoldan yürümeye sonunda değmeyecek bir hikaye halini almıştı. birşey mi anlatmaya mı yoksa okur dövmeye mi çalışıyor anlamadım.
her kitap şeklindeki sayfa topluluğuna kitap, her kelimelerle nasıl oynadığını ispat etmeye çalışana yazar denmemesine karşıyım.
gelelim sonuç kısmına; kime selam versem kitap çıkarıyor bugünlerde. geçenlerde karga mecmuada bir yazarın 250 (evet adet olarak ikiyüzelli) satan şiir kitabı hakkındaki geyikleri okuyunca gülümsedim kendi kendime.
bilgiye en hızlı ulaşıldığı ve bilgi kirliliğinin hava kirliliğini aştığı üçüncü dalga çağına geldiğimize göre, nasıl bir zamanlar hepimizin msn adresleri, cep telefonları, facebook hesapları olduysa yakın bir zamanda ya herkes 15 dakikalığına ünlü olacak ya da herkesin bir kitabı olacak heralde diye düşündüm. özgeçmiş misali taşıyacağız kitaplarımızı yanımızda. selamlaşma ardından birbirimize kitaplarımızı vereceğiz ve hiçbiri okunmayacak.
çok mu ütopik geldi?
hatırlar mısın? bir zamanlar hava kirliliğinden okullar tatil olurdu. bilgi kirliliği nedeniyle hayatın tatil olduğu bir gün olacak mı sence?

Hiç yorum yok: