26 Kasım 2009 Perşembe

kaşıkların sessizliği

birbirini tanıma aşamalarında klasiktir. en sevdiğin film, en sevdiğin yazar ya da kitap sorulur.

"Sahi o filmi izledin mi? Kitabı okudun mu peki? Ben okumadım. Filmi de kıçından başından işte… İzlemediysen ya da okumadıysan çok şey kaybetmedin. Kaybedecek en önemli varlığın “zaman” iken, hala diğer kaybettiklerine üzülenlerden misin yoksa? Ve hala uyuyorsun değil mi?"

aslı'nda, her an yeni şeyler getirirken, en sevdiğin filmin aynı kalması düşünülemezdi elbette. çocuk yine de klişeleri bozmamaya özen göstererek, en sevdiği filmi sordu kıza.
kız mırıldanarak zaman kazanmaya ve bu arada ilginç birşeyler hatırlamaya çalıştı.
"hımm bir düşüneyim." dedi ama aslında düşünmesine gerek yoktu. saçlarını sırf, çocuk istiyor diye kestirmiş, ama alışamadığından triniti gibi yaPıştırmıştı.
çok beğeniyordu çocuğu, etkilemek içgüdüsüyle ne tür filmleri sevebileceğini tartıyordu. mırıldanarak, matrix'in ilk sahnesinde, triniti'yi havaya zıplamış, kolları kuş gibi açılmış ve 360derece dönerken gördüğünde, kalbi nasıl küt küt attıysa, öyle akarak çocuğun gözlerine, anlatmaya başladı;



"bana göre "en sevdiğin film" yoktur. ama The Matrix'i orjinal haliyle seyretmeyi severim en çok. sevdiğim filmler dönem dönem farklılık gösterseler de uzun süredir ondan hala bu kadar etkilenmiş olmamdan dolayı, düşünürüm ki en sevdiğim film ;odur." dedi gülümseyerek, "vizyona girmeden bir ay boyu heyecanla beklemiş olmam, ilk gösterildiği gün de dahil olmak üzere, beş kere sinemada seyretmem de bunu gösteriyor sanırım. Çoğu kişi tarafından, KüLt filmler kategorisine sokulmasa da; "there is no spoon" her bireyin hayatında yer almış bir gerçektir ve bence yadsınamaz. en sevdiğin film'in yokluğu kadar yoktur çünkü kaşık."

Çocuk matrix'i seviyordu. Aslına bakarsanız Testere serisini ve Hostel'i daha çok seviyordu, ama hayal meyal hatırladığı "there is no spoon" repliğini, yeni tanıştığı ve düşünce akışını çözmekte zorlandığı kızın nereye bağlayacağını merakla bekliyordu.



kız devam etti;

"kaşık gerçekten yoktur.
ama kaşık poziyonu vardır mesela. iki kaşığı iç içe uykuya yatırmışsın gibi.
(nelerden bahsediyorum ben, bana sevdiğim filmi sormuştu oysa)
K(lasik)aşık pozisyonudur.
(battı balık...)
bir birine kaşık kadar aşıksan, aslında fazla şık da yoktur.
(-şık)


Neo: Triniti! Help!

Ajan: Only human!

Neo: Türkçe Konuş!

Triniti: Dan.gde this! o zaman.

çocuk gülümseyerek, kızın dudaklarına eğildi. sonra duraktaki insanları fark edip, üşümemesi içinmişcesine, sarıldı. kızı tam olarak anlamamıştı, ama bu kızın anlaşılmazlıklarından, kokusu kadar garip bir keyif aldığını fark etti....



sanki nilüferli bir gölün kenarında oturmuş karışık tostlarını yiyorlardı, meşhur "İstanbul", "köprü" ve onlar kadar meşhur "Bayram" trafikleri buluşunca ortalık medyatik bir kalabalığa karışmıştı. o karışıklık ve soğukta, kızı yolcu etmek için otobüs beklerken çikolata kaplı, üstü çıtır cevizli kabak tatlıları atıştırırken, nefis muhallebili/kadayıflı kaynana tatlısı konuşuluyordu. Otobüsün ne kadar geciktiğinin farkında bile değillerdi.

"ne zaman istanbuldan, ankaraya gidiyor olsam, hep istanbul; güneşli, ankara da (özellikle geceleri) buz gibi soğuktur. hani mevsim tam battaniye altı, sevgilinin ayak parmakları sıcaklığında, elde sıcak çikolata, film seyretme mevsimiyken.
hani nasıl desem bazen filmi unutup, biraz sarılma, sonra da gözlerine dalıp uyuma mevsimiyken hele..."
diye mırıldandı kız, çocuğun nefesine sokularak.

çocuk gülümsedi; "sık dişini cumartesi. sen ki; şarap (tanrılarının) gecesisin, az daha bekle. bazı kadınlar aşkın; elle tutulur, yılla ölçülür olduğuna inanmışlar ve sanıyorlar ki ; aşk'ını realize edebildiğin kadar varsın! oysa en sevdiğin filmlerin (ve her daim süren aşkların) hiçbir zaman olamayacağı, k.a-şık pozisyonu kadar basit dünyamızda; aşk'ın realizasyonu, yalnız bağırsaklarından kalplerin, kanalizasyonuna akar. öyle değil mi k.a-şığım?"

19:00 Ankara Otobüsü. Yolcu Kalmasın.

there is no...

Hiç yorum yok: