28 Ocak 2010 Perşembe

rüya tekerlemesi


Tanrı aslında bir kadındı ve tüm melekleri de zenci!

Art nouveau detaylarla süslenmiş, barok tarzı sarayında, bir yandan "revolution"u mırıldanırken, diğer yandan kendine bir kırmızı şarap açtı.

O dans ederken, etrafında hayranlıkla uçuşan ufak meleklerden birine çapkınca göz kırptı.

Bittabi, adı bazı zamanlar Nina olan Tanrı, milyarlarca paralel evrenden birinde, bizim adam; kukayla, çocuk kalmış kadın; saklambaçın mutlulukları şerefine bir kadeh kırmızı açabiliyordu.

Melekler, sabahı göremeyen geceler kadar kara tanrılarının tüm ihtişamıyla tahtına oturmasını seyrettiler. Kırmızı orkideler gibi açılan ufacık, heyecanlı kanatlarını sabırsızlıkla titrettiler.

Nina, her şeyi bilen tecrübesinin verdiği neşeyle, meleklerinin minik kanatlarını, gururları gibi okşayarak anlatmaya başladı;

"Evlatlarım.
Bilirsiniz ki esirgeyen ve bağışlayanım.
Ancak kimse eğlenceli bir Tanrı olmadığımı söyleyemez bendenizin."

Evrenin kara boşluğunda ışıldayan yıldızlar gibi melekler başlarını sallayarak onayladılar onu. O kocaman sakinliğinin altında sonsuz bir neşe saklanıyor olduğunu bilerek yaratılmışlardı. Birbirlerine sokularak merakla dinlemeye devam ettiler.

Sevgili sükünetin şe'si kukacığımla, acıların elmaslaştırdığı kömür tanem saklambaç'ım da elbette yüzyıllar öncesinde yine karşılaşmışlardı. Öylesi acılarla olgunlaştırdım ki onları, tüm olgun meyvelere bahşedilen nefis koku gibi, Paristeki geceleri gibi kokan bir "o gece" hazırladım.
Ah! ne keyifli, ne heyecanlı ve ne şaşırmış çocuklardı onlar.
Kuka her zamanki sakinliğiyle usulcacık gülümsemişti, şaklambaçın mavi atkısına bakarak. Saklambaç, neşesini, gülümseyişini ve kalbine bir türlü sığdıramadığı sevgisini nereye saklayacağını şaşırmıştı. Yol boyu yürürken yüzyıllardır aynı şeylerden konuştuklarını hatırlamadan, gecenin ışıklarında yıkamıştı istiklal, neşelerini. Paris kadar romantik bir gecede gidip gelen ışıkların verdiği karanlık tenefüslerde, gülümseyerek teneffüs ettiler dudaklarını.

Kukacığımın gökler mavisi gözleri shekspearevari bir baş kaldırışla seslendi, saklambaçın şarap kırmızısı dudaklarına:


Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı.

Yanıtladı saklambaç dudaklarını yere indirip gülümseyerek:

Öyleyse şimdi, günah dudaklarımda kaldı...

Kuka saklambaçın kulağına fısıldadı:

Öyleyse ver bana günahımı geri.?

Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye

Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden:

Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,

Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden.

Gönlüm bildirir senin orada yattığını

Öyle bir hücrede ki giremez billur gözler;

Gözüm inkara kalkar gönlün anlattığını,

Güzel yüzünün ona sığındığını söyler.

Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır

Düşünceler kurulu:soruşturur hakçası

Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır

Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası


"Askerde çocuklara Romeo ve Julyet okumuştum. Bizim köyde de Reşat'la Necibe böyle olduydu diye konuşmuşlardı aralarında..."

Tanrı aslında Nina adında bir kadındı. Onun masallarını dinlerken birbirlerine sarılarak uykuya dalmış bütün melekleri; zenci.
Ossırada...
Ne zaman öpmeyi bıraktım seni? diye sordu saklambaç.
Alnından öptü onu kuka.
Hadi uyu artık. Bak bütün melekler de uyudular.
Saklambaç yıldızların ışıldadığı geceler kadar kara gözlerini kaparken, kapıdan çıkan kukanın kazağını zorlayan sırtından uzayan kanatlarını gördü.
Gülümsedi.
Tanrı bir kadındı, birsürü zenci meleği vardı.
Kukanınsa gün geçtikçe genişleyen sırtından sonsuza uzayan kanatları...
Gözleri kapandı.


Ama
döndün
sen
yeniden
geldin

Sen
sen varsın
sen olduğun için
ben varım
yeniden

Geldin
sen
yeniden
ve her zaman
yine sen

Sen
sen
sen ve ben
her zaman yeniden
ve yine

Hiç yorum yok: