25 Ocak 2010 Pazartesi

adonis dream


Bu sabah; sıkış tepiş binilen metrobüste, dar alana sıkıştırılmış fazlaca insanın birbirini inceleme durumu bir süre sonra rahatsız edici boyutlara ulaştığından, çantamdan eksik etmediğim kitapların, son zamanlarda takıldığım Tuesdays With Morie'sine dalmışken, üzerimde sürekli bir bakış taşıdığımı biliyordum. Ancak Mitc'in;
"who wins?"
sorusuna Morie'nin
"Love wins.
Love always wins."
cevabını vermesi, dudağımın sağ tarafında beklenmedik bir olta gülümseyişi oluşturunca, yol boyunca etrafımda taşıdığım bakışın takıldığını ve aslında ölüyor mu yoksa dans mı ediyor olduğunu anlamadığım, oltaya takılmış balıklar misali dudağımın sağ kenarından ayrılamadığını fark ettim.

Kitabı kapattım ve tek noktaya takılmadan bana bakanın resmini kafama çizmek için incelemeye başladım.
Şaşırtıcı derecede mükemmel bir balıktı avlanan.
Eldivenlerinin mor tonu, ellerinin büyüklüğü, omuzlarının genişliği, kulağındaki küçük küpesi, boynundaki atkısı, paltosu, paltosunun kesimi, üzerine oturuşu, pantolonu, ayakkabıları...
Tüm ufacık detaylarına kadar Adonis metrobüse düşmüş ve benim oltama takılmış kadar mutlu hissettim birden.
Sevgili Adonis'im onu böyle "cüretkar" inceleyişime inanamayarak, ama gururunun okşandığını hissettiren kaçamak bakışlarla ya da telefonunu inceliyormuş gibi yaparak yüzümden onu beğenip beğenmediğimi anlamaya çalışıyordu. Oysa ben onu o kadar beğenmiştim ki, resimlerini çizmek için başladığım fotoğraf çekme işini heykelini yaparak sürdürüyordum o sırada.
Haberi yoktu.
Zincirlikuyu'dan Mecidiyeköy'e kadar tüm detaylarını aklıma attım.
Bu kadar cüretkar bakan bir kızdan bir adım bekliyor gibiydi. Aslında içimdeki cüretkar kız da inmeden ona "resmini aklıma çizdim" demeyi düşünüyordu ama öylesine mükemmeldi ki, varlığını gerçeklerle kirletmek istemedim.

Durakta indim ve artık nasılsa içimde olduğunu bilerek, onu sanki içimde bir yerlere hiç koymamış gibi yürüyüp gittim...

Hiç yorum yok: