Herkes, her gün en azından küçük bir şarkı duymalı , iyi bir şiir okumalı , hoş bir resim görmeli ve eğer mümkünse bir kaç mantıklı kelime söyleyebilmelidir. Goethe
12 Şubat 2010 Cuma
9 Şubat 2010 Salı
7 Şubat 2010 Pazar
metaliksiz
bu şehirde her şey metalik. yollar metalik. yolculuklar metalik. "yalnız kağıt para girişi yapınız." diyen ses metalik. yağmur metalik. yol kenarında su birikintilerinde yağmurun yaptığı halkalar metalik. sevmeler metalik, sevişmeler metalik, ilişkiler ve alışverişler metalik. toplu taşıma araçlarına binmeler, adımlar hep metalik.
toplu ca merdivenler çıkıyoruz, toplu ca açılan kapılardan giriyoruz, toplu ca bekleyip kırmızı ışıklarda, toplu ca yeşillerde geçiyoruz.
bir adım, sonra diğeri, durmadan...
metalik bir otomatiklikte akıyor zaman.
otomatik adımlara uymuş ofise giderken sen geliyorsun aklıma. etrafımdaki onlarca adıma bakıyorum. kurulmuş ya da birileri tarafından kurgulanmış gibi geliyor birden.
yanında süpriz yapıp uçurtmamızı da getiriyor. haftasonuna uçurtma uçuruyor aklım. onun süzüldüğü gökyüzünü seyrederken
anlıyorum ki yürümek arka arkaya adımlar atmak değildir.
seninle yürümek gerçekten yürümek demek. yavaşça, tadını çıkararak, konuşarak havadan ve sudan gerçek anlamlarıyla...
görmek sadece gözlerin açık olması değil. ağaçlara bakmak ya da bazen para isteyen aç bir çocuğu görmek demek. iyi biri olmak için mutlaka havale yapacak hesap numaraları gerekmiyor. o çocuğa bir döner ekmek almak yetiyor. yolda seni çevirip karnının aç olduğunu söyleyen bir çocuğu görmezden gelecek gözlere değil, aç olduğunu görecek yumuşaklıkta bir kalbe sahip olmak görmek mesela...
yolculuk yapmak bir yere gitmek demek değil sadece. nihayetinde araba sadece bir araç. yolculuk demek sohbet etmek, şarkılar söyleyip dans etmek, gülmek demek...
hayat aslında yalnız yaşamak değil, keyif almak demek.
bazı zamanlar demediklerim aslında dediklerim demek.
aşk, bunu adını sayıklayan soru işaretlerimde, görebilmen demek ve öznesinde soru olmadığını bilmemene rağmen yanıtlaman dünyanın en etli, en yumuşak, en sulu ses tonuyla o soru işaretini.
bütün mekaniklikleri yıkarcasına!
uçurtmamı katlayıp, içime çektiğim nefese saklıyorum. cebimden artık daha az metalik olduğunu fark ettiğim anahtarlarımı çıkarıp kapıyı açıyorum. maviş günaydın diyor. ayşe abla da. özlemişler beni. ben de onları. biraz mavişle laflıyoruz biraz ayşe ablayla.
bu şehirde herşey otomatiğe bağlanmış bir mekanik.
benim dışımda.
bunun şerefine haftanın ilk kahve termosuna bir metallica açıyorum.
4 Şubat 2010 Perşembe
3 Şubat 2010 Çarşamba
imha
Enrico Macias - Adieu mon pays .mp3 | ||
![]() | ||
![]() | Found at bee mp3 search engine | ![]() |
sancılar vuruyor aşkımızın kıvrımlarına Coka!
çatlaklardan sözyaşartıcı bakışlar sızıyor
polisler barikat kuruyorlar alelacele
gözlerimizle
yaşlar arasına
aramızda bir gerginlik
ha patladı ha patlayacak
bomba ekipleri doluşuyor mahalleye
sirenler ışıklar dedikodular
laf oluyor
söz oluyor
göz oluyor
napalım?
ah Coka,
tüm sancılar havaya uçacak
en sevdiğin parmak uçlarım da
yok olacak daha ne seviştiysek
ayıplar fışkıracak
tüm mahalle seyredecek toplaşıp
çekirdek çitleyecekler
çakıl taşlarımızın üzerinde patlayasıya...
patlayacağım atomlarıma kadar
laflarım
sözlerim
gözlerim
NAPALM!
sokakta bulunmuş bombalı bir paket gibi saracaklar etrafımızı
bir patlarsa öldürecek günahsız meraklıları
hissiz yaz(ı)ları
hiçsiz
kanamamış sızıları
soracak ekipler amiri elleri arkada
kırık?
yanıtlayacağız başımız önde
her yan kırık dökük
yazı k
yazı konacak onca olana
bitene
ölü
verecekler
bir patlarsa
tüm mahalleliye yazık olacak Coka!
bana ölümden bahsetme
içimde ölmüş o şairi diriltip durma
nikotin dumanları sızan açık kalmış ağzından
yalanlar mı duymak istiyorsun?
duyma öl!
nasıl bir sancıysa artık
faili meçhul bir failatüne az kala
bir patlasa
bir daha ölemezsin Coka!
0302 10
30 Ocak 2010 Cumartesi
Rammstein ekzıdınt
Stripped oldum bir haftadır. Ve düşünmeye başladım; Türkler Rammstein'i neden sever?
Almandırlar; Kabul etmek gerek peşlerine takılıp dünya savaşlarına girmemiz, Alamancı kültürümüz bir yana, dilinden midir yoksa faşizan yaklaşımlarımızın paralel gidişindenmidir nedir Almanları ayrı severiz.
Şarkı sözleri basittir. Bknz. Du. Du hast. Du hast Mich.
Sert müzik yaparlar. Hayatınızın bir döneminde rock dinlediyseniz Rammstein sizi büyük olasılıkla tatmin edecektir.
Aynı sertlikte de video çekerler. Rock grubu sonuçta. Anime mi yapsınlar bu yaşta değil mi? Pussy'yi youtube engelledikten sonra hiç aklımda yokken aradım buldum ve seyrettim. Başarılı buldum :) yasaklanmalarını gerektirecek kadar başarılı. E ne de olsa Almanlar. Yadırgamadım. Belki de Alman oldukları için yakıştırmış bile olabilirim.
Rammstein'ın en kapsamlı fan sayfalarından birinin (http://www.rammsteintr.com) Türkler tarafından hazırlanmış olması yukarıda yaptığım geyiklerin oturduğu temellerin sağlamlığını sizlere gösterir umarım.
Zengin kalkışı olacak ama Stripped'e bir klip çekilene kadar en sevdiğim videoyla idare edelim diyerek sözü bitirelim.
let the Rammstein begin!
Almandırlar; Kabul etmek gerek peşlerine takılıp dünya savaşlarına girmemiz, Alamancı kültürümüz bir yana, dilinden midir yoksa faşizan yaklaşımlarımızın paralel gidişindenmidir nedir Almanları ayrı severiz.
Şarkı sözleri basittir. Bknz. Du. Du hast. Du hast Mich.
Sert müzik yaparlar. Hayatınızın bir döneminde rock dinlediyseniz Rammstein sizi büyük olasılıkla tatmin edecektir.
Aynı sertlikte de video çekerler. Rock grubu sonuçta. Anime mi yapsınlar bu yaşta değil mi? Pussy'yi youtube engelledikten sonra hiç aklımda yokken aradım buldum ve seyrettim. Başarılı buldum :) yasaklanmalarını gerektirecek kadar başarılı. E ne de olsa Almanlar. Yadırgamadım. Belki de Alman oldukları için yakıştırmış bile olabilirim.
Rammstein'ın en kapsamlı fan sayfalarından birinin (http://www.rammsteintr.com) Türkler tarafından hazırlanmış olması yukarıda yaptığım geyiklerin oturduğu temellerin sağlamlığını sizlere gösterir umarım.
Zengin kalkışı olacak ama Stripped'e bir klip çekilene kadar en sevdiğim videoyla idare edelim diyerek sözü bitirelim.
let the Rammstein begin!
28 Ocak 2010 Perşembe
rüya tekerlemesi

Tanrı aslında bir kadındı ve tüm melekleri de zenci!
Art nouveau detaylarla süslenmiş, barok tarzı sarayında, bir yandan "revolution"u mırıldanırken, diğer yandan kendine bir kırmızı şarap açtı.
O dans ederken, etrafında hayranlıkla uçuşan ufak meleklerden birine çapkınca göz kırptı.
Bittabi, adı bazı zamanlar Nina olan Tanrı, milyarlarca paralel evrenden birinde, bizim adam; kukayla, çocuk kalmış kadın; saklambaçın mutlulukları şerefine bir kadeh kırmızı açabiliyordu.
Melekler, sabahı göremeyen geceler kadar kara tanrılarının tüm ihtişamıyla tahtına oturmasını seyrettiler. Kırmızı orkideler gibi açılan ufacık, heyecanlı kanatlarını sabırsızlıkla titrettiler.
Nina, her şeyi bilen tecrübesinin verdiği neşeyle, meleklerinin minik kanatlarını, gururları gibi okşayarak anlatmaya başladı;
"Evlatlarım.
Bilirsiniz ki esirgeyen ve bağışlayanım.
Ancak kimse eğlenceli bir Tanrı olmadığımı söyleyemez bendenizin."
Evrenin kara boşluğunda ışıldayan yıldızlar gibi melekler başlarını sallayarak onayladılar onu. O kocaman sakinliğinin altında sonsuz bir neşe saklanıyor olduğunu bilerek yaratılmışlardı. Birbirlerine sokularak merakla dinlemeye devam ettiler.
Sevgili sükünetin şe'si kukacığımla, acıların elmaslaştırdığı kömür tanem saklambaç'ım da elbette yüzyıllar öncesinde yine karşılaşmışlardı. Öylesi acılarla olgunlaştırdım ki onları, tüm olgun meyvelere bahşedilen nefis koku gibi, Paristeki geceleri gibi kokan bir "o gece" hazırladım.
Ah! ne keyifli, ne heyecanlı ve ne şaşırmış çocuklardı onlar.
Kuka her zamanki sakinliğiyle usulcacık gülümsemişti, şaklambaçın mavi atkısına bakarak. Saklambaç, neşesini, gülümseyişini ve kalbine bir türlü sığdıramadığı sevgisini nereye saklayacağını şaşırmıştı. Yol boyu yürürken yüzyıllardır aynı şeylerden konuştuklarını hatırlamadan, gecenin ışıklarında yıkamıştı istiklal, neşelerini. Paris kadar romantik bir gecede gidip gelen ışıkların verdiği karanlık tenefüslerde, gülümseyerek teneffüs ettiler dudaklarını.
Kukacığımın gökler mavisi gözleri shekspearevari bir baş kaldırışla seslendi, saklambaçın şarap kırmızısı dudaklarına:
Senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı.
Yanıtladı saklambaç dudaklarını yere indirip gülümseyerek:
Öyleyse şimdi, günah dudaklarımda kaldı...
Kuka saklambaçın kulağına fısıldadı:
Öyleyse ver bana günahımı geri.?
Savaşır gözlerimle gönlüm öldüresiye
Senin güzelliğinin ganimeti yüzünden:
Gözüm kovar gönlümü seni görmesin diye,
Gönlüm ister gözüme pay vermemek yüzünden.
Gönlüm bildirir senin orada yattığını
Öyle bir hücrede ki giremez billur gözler;
Gözüm inkara kalkar gönlün anlattığını,
Güzel yüzünün ona sığındığını söyler.
Gönlü dinleyip karar vermek için toplanır
Düşünceler kurulu:soruşturur hakçası
Kurulun yargısıyla bir karara bağlanır
Seven gözün payıyla duyan gönlün parçası
"Askerde çocuklara Romeo ve Julyet okumuştum. Bizim köyde de Reşat'la Necibe böyle olduydu diye konuşmuşlardı aralarında..."
Tanrı aslında Nina adında bir kadındı. Onun masallarını dinlerken birbirlerine sarılarak uykuya dalmış bütün melekleri; zenci.
Ossırada...
Ne zaman öpmeyi bıraktım seni? diye sordu saklambaç.
Alnından öptü onu kuka.
Hadi uyu artık. Bak bütün melekler de uyudular.
Saklambaç yıldızların ışıldadığı geceler kadar kara gözlerini kaparken, kapıdan çıkan kukanın kazağını zorlayan sırtından uzayan kanatlarını gördü.
Gülümsedi.
Tanrı bir kadındı, birsürü zenci meleği vardı.
Kukanınsa gün geçtikçe genişleyen sırtından sonsuza uzayan kanatları...
Gözleri kapandı.
Ama
döndün
sen
yeniden
geldin
Sen
sen varsın
sen olduğun için
ben varım
yeniden
Geldin
sen
yeniden
ve her zaman
yine sen
Sen
sen
sen ve ben
her zaman yeniden
ve yine
27 Ocak 2010 Çarşamba
25 Ocak 2010 Pazartesi
adonis dream

Bu sabah; sıkış tepiş binilen metrobüste, dar alana sıkıştırılmış fazlaca insanın birbirini inceleme durumu bir süre sonra rahatsız edici boyutlara ulaştığından, çantamdan eksik etmediğim kitapların, son zamanlarda takıldığım Tuesdays With Morie'sine dalmışken, üzerimde sürekli bir bakış taşıdığımı biliyordum. Ancak Mitc'in;
"who wins?"
sorusuna Morie'nin
"Love wins.
Love always wins."
cevabını vermesi, dudağımın sağ tarafında beklenmedik bir olta gülümseyişi oluşturunca, yol boyunca etrafımda taşıdığım bakışın takıldığını ve aslında ölüyor mu yoksa dans mı ediyor olduğunu anlamadığım, oltaya takılmış balıklar misali dudağımın sağ kenarından ayrılamadığını fark ettim.
Kitabı kapattım ve tek noktaya takılmadan bana bakanın resmini kafama çizmek için incelemeye başladım.
Şaşırtıcı derecede mükemmel bir balıktı avlanan.
Eldivenlerinin mor tonu, ellerinin büyüklüğü, omuzlarının genişliği, kulağındaki küçük küpesi, boynundaki atkısı, paltosu, paltosunun kesimi, üzerine oturuşu, pantolonu, ayakkabıları...
Tüm ufacık detaylarına kadar Adonis metrobüse düşmüş ve benim oltama takılmış kadar mutlu hissettim birden.
Sevgili Adonis'im onu böyle "cüretkar" inceleyişime inanamayarak, ama gururunun okşandığını hissettiren kaçamak bakışlarla ya da telefonunu inceliyormuş gibi yaparak yüzümden onu beğenip beğenmediğimi anlamaya çalışıyordu. Oysa ben onu o kadar beğenmiştim ki, resimlerini çizmek için başladığım fotoğraf çekme işini heykelini yaparak sürdürüyordum o sırada.
Haberi yoktu.
Zincirlikuyu'dan Mecidiyeköy'e kadar tüm detaylarını aklıma attım.
Bu kadar cüretkar bakan bir kızdan bir adım bekliyor gibiydi. Aslında içimdeki cüretkar kız da inmeden ona "resmini aklıma çizdim" demeyi düşünüyordu ama öylesine mükemmeldi ki, varlığını gerçeklerle kirletmek istemedim.
Durakta indim ve artık nasılsa içimde olduğunu bilerek, onu sanki içimde bir yerlere hiç koymamış gibi yürüyüp gittim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)