20 Ağustos 2025 Çarşamba

eski ve bitmiş bir hikaye

woddy allen filmleri gibiydi her şey.

çok uzun zaman sonra birinden hoşlanmıştım. ilk kez bir dergide, kaos teorisiyle ilgili bir yazısını okuduğumda kendime hiç kimseyi bu kadar yakın hissetmediğimi düşündüm. düşüncelerine aşık olmuştum. okudukça merakım arttı. faceten buldum ekledim. fotoğraflarına baktım, inanamıyordum. çok yakışıklıydı. çok garip yakışıylıydı. her şeyi belirgindi.

sanki tanrı onu yaratırken her şeyin üzerinden ikinci kez biraz daha büyük ve belirgin gitmek istemişti. kaşları, gözleri, saçı... garipti, ama çekiciydi.

sohbet etmeye başladık. inanılmaz keyifliydi. telefonlar alındı. sesini duyduğumda kendimden geçtim. çok rahat ve sakin bi adamdı. zekasına, kelimelerine, sesine, izine her şeyine vurulmuştum.

o da benim gibi dergi işiyle uğraşıyordu, yazılarını okuyordum. gayet güzeldi. takılıyordu. çıkarmak istediğim dergiyle ilgili akıl alıyordum. harbiyede oturuyordu. benim eski mahallemde. istanbula gelirsem bekliyordu.
tencereyle kapak gibiydik.

tüm senaryo da wudi elın filmleri gibiydi işte. o bir cankiydi ve bundan daha kötüsü dünyanın en bela kızıyla birlikteydi. Dört sene boyunca onların ayrılıp barışmalarını seyrettim, dinledim.
Mügeyle olmuyor, ayrıldık.
mügesiz yapamıyorum, barıştık.
mügeyle olmuyor.
oluyor, mu?
barıştık, yine, yine...
biz bir zamanlari barıştık.

ankarada yapamayıp istanbula beş parasız, işsiz ve evsiz, sırtımda bir çantayla döndükten sonra, beni bir konuşmasına çağırmıştı galaperada. heyecanla ve erkenden gitmiştim ama o gecikmişti. hem de çok gecikmişti. yaklaşık kırk dakika sonra gelip, kız arkadaşıyla apar topar tuvalete girdi.

ne olduğunu anlamıyordum ama hala ümitle bekliyordum. gelip masaya oturduğunda sürekli terliyordu. bense konuşmasını dinlemekten çok ne kullandığını anlamaya çalışıyordum. burnuyla her oynadığında kok çekmiş diyordum. kokun ego parlatmasına ihtiyacı vardır belki diye düşünüyordum. fazlasını ona yakıştıramıyordum. masada iki sandalye yanımdaydı ama beni hiç görmemişti sanırım. konuşması berbattı. o kadar utandım ki başımı önümden kaldıramadım.

ufak boylu ve oyuncu bir maymuna benzeyen kız arkadaşı, durumun pek farkında değildi, ya da fazlasıyla farkındaydı ve rahattı. uçuyordu. o an kendisinden başka birşey düşündüğünü sanmıyorum. çingene pembe leopar desenli çorapları ve kafasındaki fuşya tüylü çiçekli taçla yaşlı herifleri kesiyordu.

konuşma biter bitmez kaçtım. kız riya, haset ve ikiyüzlülük dolu bir ifadeyle nazik nazik konuştu benle giderken. barış gittiğimi görmedi bile.

o gece de diğer geceler gibi parasız olduğum için galatadan mecidiyeköye yürürken düşünüp durmuştum. nasıl? nasıl? böyle bir adam? neden? nasıl? aklım almıyordu. hayallerim yıkılmasa bile, baya sallanmıştı.

sonra hayat devam etti, ben mimari bir dergide reklam işine girdim sütlücede.

bir süre sonra kız arkadaşına taksime beş dakika mesafede bir ev kiralayacaklarını ve ev arkadaşı aradığını yazan bir ilan yayınladı facebook duvarına. evi görmek istediğimi söyledim. galatada buluştuk yine.
geç kaldılar. kız mangodan elbise çalıyormuş. ondan gecikmişler. bu kızın yanında heykel gibi oluyordum. o kadar hoşlanmıyordum ondan. ve onlayken barıştan da. taksime beş dakika dedikleri ev dolmuşla 15 dakika sürüyordu.
mügenin bahsettiği hiçbir konu ilgimi çekmiyor, midemi bulandırıyordu. barışın gözü ondan başkasını görmüyordu. bu yolculuk haddinden fazla sürmemiş miydi?
dolmuş sallanıyordu, barış sallanıyordu, müge sallanıyordu.
ben beton gibiydim.
midem bulanıyordu.

ev dedikleri harabe o kadar kötüydü ki tavanı dökülüyor, her yanı boya istiyordu. evin üstü açıktı be kardeşim? daha ne olsun?? ama bunu gören sadece bendim. onlar çatıdaki delikten haliç manzarasına bakıyorlar, evin orasını atolye, burasını salon yapıyolardı.
adamla pazarlık ettiler. mügeyle soyadımız aynı olduğu için kuzeniz dedik evi gösteren adama, sözde uslu kızlar izlenimi veriyoruz.
mügenin her tarafından çakallık akıyor.
barış aptal aşık. o gece nasıl kaçtığımı bilmiyorum. sadece çok uzun süre ondan uzak durmak istediğimi biliyorum.

ne kadar uzak durabilirsem işte. mügeye o evi tutamayacağımı söyledim. barışla da muhabbet ediyordum. ama görüşmüyordum, kendimce durabildiğim kadar uzak duruyordum.

insanlardan çok bunaldığım bir ara kaşta bir arazi almayı taktim kafaya. beş milyara deniz gören, zeytinlikli bir arazi buldum. ona gösterdim. çok hoşuna gitti, inceledi. ikiz arsaymış. yan yana iki tane. alalım mı diye sordu? bir anda hayal kurmaya başladık. bu adamlayken kendimi kaybediyordum.
arsa işi olmadı. bir hafta sonra satmışlardı. ama yine de kurduğumuz hayalle
almış gibi mutlu olduk.

onda neyin beni rahatlattığını düşünüyordum. öğretmen tavrını seviyordum. hayatta nerdeyse her şeyi denemişti ve denemek istediğim her şey konusunda gayet rahat ve sıcak bir tonda yanımda olmak istediğini hissettiriyordu. ben de onunla her şeyi denemek istiyordum.
müge olmasaydı.
wudi elın filmlerindeki, kötü karakterlere benziyordu.




baskıcı bir ailenin uzun süre ilgi odağı tek çocuğu olduğum için, göbek adım gibi biraz özgürlük istedim hep. ve yasak olduğu için, her şeyi denemek.
alkol pek bana göre değildi. bira göbek yapıyor, votkayla kusuyor, viskiyle sızıyordum. rakı bayıltıyordu.
bu denemelerden sonra anlaşmıştım ki alkol benim için zararlıydı. esrara rastlayana kadar bu sıkıntılar devam etti. Onu bulduğumda doğru içkiyi bulduğumu da anlamıştım. Düşünüyor, mutlu oluyor, ister sosyal, ister tamamen yalnız olabiliyordum. takıldığım zaman deliler gibi yazıyordum. şair oluyordum. tanrıça oluyordum. melek oluyordum. özgür oluyordum. cihatla o sıkıntılı ilişkinin 6 sene devam etmesini sağlayan en büyük ortak noktaydı belki de. esrarı onunla alışkanlık ve keyif haline getirmiştim.

istanbulda olduğum son bi sene esrardan uzak durdum. cihatla eşdeğerdi esrar benim için. son 6 senedir o cigarayı uzattığımda o vardı ve ben bu hissi istemiyordum. zaten beş parasızdım. düşünmem gereken başka şeyler, yoluna girmesi gereken bir hayatım vardı.

işe girip evimi tutup biraz para biriktirmeye başladım. aylarca, haftanın 6 günü sabah 9 akşam 12 çalıştıktan sonra 4 günlük bir tatilim oldu. bu dönem sadece işle ve parayla uğraşmış, beni üzen diğer her konudan, mügeyle barıştan da uzak tutmuştum aklımı. ama çok yorulmuştum ve kutlama yapmak istiyordum tatilde. aklıma ilk gelen barış oldu. durumu anlattım. nerden bulabiliriz dedim. kemale git dedi. iyi çocuktur. sana da yakın. taksimde. ben konuşurum.
konuşup haber verdi bana. minnettar olmuştum. bu konuyu herkesle konuşmak istemiyordum.

taksimde kemalle buluşmaya giderken düşünüyordum. doğru mu yapıyorum acaba? uzun zamandır torbacı kovalamadım. diğer pınar cevap veriyordu. yapmaa.. bu kutlamayı hak ettin
çapkın gülümsememin geldiğini fark ediyordum.
dönüş yoktu zaten... dil kursuna doğru yürüyordum.

terasta buluşacaktık. kemal kapıdan çıktığında sevinçten kalbim ağzıma geldi. onu tanıyordum.

istanbula KüLt dergisini çıkarmaya geleceğim zaman, evinde kalmam için ısrar eden bir çocuk vardı. geldiğimde, öpmeye sıkıştırmaya kalkınca ve hayır'dan da anlamayınca kaçmıştım o evden.

zaten iki odalı göt kadar evde, 6 insan,2 köpek ve 7 kedi yaşıyordu.

orada yaşamam mümkün olmasa da, ziyaret etmek için eğlenceli bi evdi. çocuğa durumu anlatıp onu kesinlikle istemediğime inandırınca, gece 12den önce dönmek üzere kendime söz vererek gittim bir kaç kere. orda tanışmıştım kemali. çekici bi adamdı. çirkin ama çekici. özgüveninden mi, geyvari tavrından mı yoksa maskülen bakışlarından mı kaynaklandığını bilmiyorum. bu kadar zıtlığa rağmen ona güvenebileceğimi hissetmiştim.

terasta onu görünce tanıdık çıkmasının sevinciyle sarılıp hatırladın mı beni dedim. tanıdık geliyosun aslında dedi. kerem getirmişti eve de sıkıştırınca kaçmıştım ya diye güldüm.
sorunsuz bir alışverişti ve çok mutluydum.

tatil güzel geçti, kaşta, denize tepeden bakan taş bir evde otelin sahibi kovacı iki çocukla takıldım, yüzdüm yazdım. ve her güzel şey gibi bitti. işe döndüm.
groove armadadaki my friends klibindeki gibiydi hayat. olduğum yere ait olamıyor, hayaller içinde yüzüyordum.



sonra barış aradı birden. o kadar mutlu olmuştum ki. gülümseyerek, bana beş dakika verir misin dedim. işten izin alıp dışarı çıktım. sadece onla konuşmaya ihtiyacım vardı. o mis gibi yaz havasında, onunla konuşurken ortaklar caddesinde, bir ileri bir geri yürüdüm. onunla konuşmak, güneşli bir akşamüstü yürümek gibiydi. ağaçların ve çiçeklerin arasında...
bana mügeyle nasıl ayrıldıklarını anlatıyordu ve kurtulmak istediğini. şimdiye kadar her ayrıldık barıştık sonrasında sevindim demiştim. bu sefer açık sözlü oldum.
iyi ki ayrılmışsınız. senin için en iyisi olmuş.
sonunda bana, seninle konuşmak beni ne kadar rahatlatıyor bilemezsin dediğinde, ben de o hissi yaşıyordum.
telefonu kapattık. bu sefer inanıyordum, barışımı bulmuştum.

ama o mügeyle tekrar barıştı. bir şey söylemedim bu sefer. wudi elın filmleri gibiydi. üzerinde konuşacak bir şey yoktu.

bir pazar beni aradı. napıyorsun? dedi. inadına çıtır sevgilimi anlattım. yere parçaları dökülen sesini toplayamadı.
yine o dönemde bir yazışmada da, biz seninle hiç sevişmeyeceğiz. biliyorsun bunu değil mi? demişim.
bu kadar kızıyordum ona.
zaman geçti. kızgınlığım da.

ev arkadaşıyla yapamayıp, harbiyede kendi evime çıktım.
bir akşam iş çıkışı aradı. evdeysem beni görmek istiyordu.
yalnız.

eve gidiyordum. adımlarımı hızlandırdım. girer girmez üstümü değiştirdim. kısa siyah şortumu ve yakası açık bi bluz giydim. kapı çaldı. o geldi. müge de peşinden.
bu kadar da olmaz diye düşünüyordum.
onun da, benim de yüzümüzden düşen bin parçaydı. müge parçalar üstünde dans ediyor, riyakarca ikiyüzlülük yapıyordu. o konuşurken içimden durmaksızın gitmelerini istedim.

bir an önce.

uzun bir süre gerçekten uzak durdum barıştan. başka denemeler, başka yanılmalar, bazı yanılsamalar yaşadım.

ocakta karşılaştık. mügeyle ayrılmıştı.
bu sefer son kez.

ona inanmadım. dört ay geçti. hala mügeyle ayrıydı. görüşmek istiyordu.
ilk deneme yine başarısızdı.

ben evde pijamalarla yatarken, telefon çaldı. kemalin barına gidiyordu. güzel bir elbise giyip, süslenip gittim. bir süre sonra telefonu kapandı. artık onun bu hallerine tepkisizleştiğimi fark ettim. ona güvenmek istiyor ama hep yanılıyordum. o gece 3 buçuğa kadar kemalle bira içip gelenlerle muhabbet ettik. gece eve giderken evde acid vardı bulsak da içsek dedi. kızgındım. tamam dedim. eve gittik aradık. etraftakiler o kadar sıkıcı çocuklardı ki her zamanki gibi ona kızgınlığım geçti. ağzımın içine düşüyorlardı zaten.

gideyim ben dedim.
kal burda dedi kemal. yatarız birlikte.

bana, seninle fuckbuddy olabiliriz dediği zaman aklıma geldi.

olamayız kemal
neden abi?
aseksüelim ben
nasıl yani??
valla sana aseksüelim kemalim


gülümsedim. aynı yatakta. kemalle? ah barış ah. eve döndüm, aynı wudi...

sonra nette yakaladı beni, konuştuk. birşeyler anlattı hatırlamıyorum. aldırmamıştım.
haftasonu özgür izmirden gelecekti. en yakın gey arkadaşım. özgür, eski sevgilisi halil ve ayhan dışarı çıkacaktık. barışa anlattım. uyuz etmek istiyordum.

ben de geleyim dedi. geyler sever beni. utandırmam seni.

aramadım. özgürün gelmesine bir kaç saat kala telefon çaldı.

pınar taksimdeyim ve sana doğru geliyorum

arkadaşlarım gelecek (aslında hala bir kaç saatim var)

çok kalmam. sana birşey vermem gerek. sadece yarım saat. (lütfen lütfen lütfen...)

tamam. yarım saat. (what the hell...)


geldi. mügesiz ilk kez görüyordum. gözlerime inanamadım. benim tanıdığım barış böyle birşeydi.

sen bu kadar genç miydin? dedim. utangaçca gülümsedi.

jamaica getirmişti. bir tane sardık. bir iki nefesten sonra kopmuştuk zaten. o kadar çok güldük ki. ikimiz de o kanepede sanki hep otururmuşuz gibi rahattık ve bu rahatsız ediyordu.

iki saat sonra kalktı. sarıldık. hep sarılırmış gibiydik. korkutucu birşeydi. vudi elın filmleri gibi.

o haftasonu dağıttım. güzeldim. istediğim hayatı yaşıyordum ve yakın arkadaşlarım yanımdaydı. ardı arkası kesilmeyen shutları saymıyorum. özgür kızdım.
beni gören erkeklerin ağzı açık kalıyordu. bütün olanların acısını çıkartıyordum barıştan.

kemallerdeki partiden sonra bahçesi olan bir yerde partiye devam ettik. ayhan kemali pek beğendi. özgürle halil eskilere daldılar. bütün barmenler bana hasta oldu.

bahçede ayhan, sigara içerken sayıyordu.

şurdaki beyaz saçlı geldiğimizden beri kesiyor, şu uzun saçlıyı geç içine düştü hırt, kemalin barmen de gözlerini alamıyor senden. güzel çocuk. yemezsen yazık


çocuk geldi.

o gürültüde kulağıma eğilip,

i like you dedi.

Boynumda nefesini hissettim, etrafı gösterdim.

everbody likes me. So what?

çocuk ne diyeceğini şaşırdı. gülümsedim.

kemalin barına avusturyadan yeni gelen yakışıklı barmeni ilk ben yedim.

berbattı.

artık güzel tek gecelik barmenler istemiyordum. az muhabbet şat ve hesap.

sıkılmıştım. istediğimi biliyordum. istediğim de ertesi gün yazdı bana. durduk yere ayak bileğimdeki barış işaretinden bahsetmeye başladım.

onu aslında benim için yaptırmıştın değil mi? yazdı. sonra da

(öyle olmasa bile lütfen evet de)

güldüm. bir adım attı. kemalle beni konuşmuşlar.

kendimi affettirmem lazım demiş kemale.

bence de demiş kemal.

kapısından almalıyım hatta bu sefer.


çiçek belki.
diye gülmüş kemal, çiçek gibi kız.

bana anlatıyor bunu. adım adım yaklaşırken.

bu kadar olaydan sonra herşeyin birden oluvermesine şaşmış haldeyim.

beni mi istiyorsun diyorum. geriye gitmeye çalışarak, yaklaşıyor...


çok istiyorum, hiç bir şeyi istemediğim kadar...


ben müge değilim ilk bilmen gereken bu.

farkındayım

hayır değilsin ben onun tamamen zıttıyım ve hayatın şu andan itibaren tamamen farklı olacak.


Sonrası?

whuuudyyy ;)

Hiç yorum yok: