Herkes, her gün en azından küçük bir şarkı duymalı , iyi bir şiir okumalı , hoş bir resim görmeli ve eğer mümkünse bir kaç mantıklı kelime söyleyebilmelidir. Goethe
15 Ocak 2010 Cuma
pardon
kutsal cumaların sonuncusu. ne getirdin bana? bugün uzun zaman sonra gözümü gözenimi gördüm rüyamda. onun hediyesiydin belki. bir yandan beni düşündürten bir şarkı çalıyor durmaksızın. aklımda güneşin doğduğu anın en koyu karanlıklardan sonra geldiğine dair birşeyler dolaşıyor. bazen de hayatından sevmediğin bir bağımlılığı çıkarıp yer açmadan güzel birşeyleri sığdıramayacağına dair...
sigarayı bırakacak kadar güçlü hissediyorum bu sabah kendimi...
neleri bırakmadım ki?
pardon.
tanışmışmıydık?
bu cuma sonunda kalbim olduğunu hatırladım. çok mu hızlı atıyordu yoksa atmak için sizi mi bekliyordu bilemiyorum. yalnız artık onun orada olduğunu biliyorum. avuçlarınızı biraz gevşetmeniz gerekiyor belki de. ziyadesiyle nefessiz kalıyorum. çok içmiş bir sarhoş kadar bulanık zihnim. kutsal olan cuma mı, salı mı, yoksa siz misiniz emin olamıyorum.
alı koymuşsunuz aklımı. alım al.
olabilirim...
çok uzun zamandır öksürüyorum. öksürmediğim zamanları hatırlamayacak kadar uzun zamandır.... bir süre tanrının benimle kafa bulduğunu düşündüm. burnumun her on dakikada yeniden dolmasının mantıklı bir açıklamasını bulamıyordum. eğer vücudumdan bu kadar sümüksü sıvı atıyorsam kilo vermeliydim en azından. bunların nedeni hep sigaraydı. ben ve tanıdığım herkesin hayatındaki gizli özneydi sigara uzun zamandır. önce 7 lira oldu, sonra 5.5, sonra yeniden 7. sanırım birileri birileriyle durmadan dalga geçiyordu. ya da dalga geçilen birileri tepki veremeyecek kadar dondurulmuştu.
bu kadar öksürürken sigara içmek hiç mantıklı değildi. acı çekeceğini bileceğin bir adama aşık olmak da. o adam hayatımda gizli özne olarak duruyor bütün cümlelerimi devrik yapıyordu. "bırak yaa" diyorlardı ama bırakamıyordum. birileri bana şaka yapıyor olmalıydı. bir eşşek şakası... ciğerlerim sökülüyordu öksürmekten, kalbim sökülüyordu, ağlamamak için gözpınarlarımı sıkmaktan. durmadan öksürüyordum. durmaksızın ağlayamıyordum. sigarayı bırakalım diyorduk gülizle birbirimize. almayalım en azından belki evde olmazsa içmeyiz. ertesi gün aldığı yeni paketi uzatırken gülüyordu: gösterişi seviyorum kızım.
aramamalıyım diyordum ben de kendime sürekli. aramazsam düşünmem belki. ertesi gün elimde telefon ona sevgimi anlatmaya çalışırken buluyordum kendimi. ve o yine binlerce güzel şey arasından can yakan gibi birşeyler buluyordu bana söyleyecek.
bu sigara öksürtüyordu. bu aşk canımı yakıyordu.
zaten hayat pahalıydı, aşkım ucuz.
birini almak, diğerini vermek, öksürüğe yenilmekten bile zordu.
bırakmalıydım birşeyleri
yalnız bu hastalıklı aşk beni yorgun düşürüyordu,
sanırım tanrı benimle kafa buluyordu...
10 Ocak 2010 Pazar
9 Ocak 2010 Cumartesi
kesir

acılarıma
boşalmayı bilmeyen kadınlar misali iç çeken
görmek bilmez âmâlar çetesi gözlerin!
tepeleme sözlerle doldurduğun
kalp doyurmaz aşklarınla
doydu mu?
o sancılar ki
sen yürürken titrek bacaklı rüyalarına
çıkmaz sabahlarımın
çıkılmaz gecelerine uzanan adamların
hiç sevmemiş koyunlarında
akıllarında söylenmemiş sözlerin ağırlığı
yeni ölmüş bir bebek kadar ağladılar
duydun mu?
boğazı henüz kesilmiş bir aşıktan kanayarak
kırmızı
malboro dumanlarına sarılmış anılarımı öperken filtrelerinde
perşembesi olmayan bir çarşamba gecesi kadar ümitsizce
soyunacak ve sevişecek
daima göremeyeceksin
ersiz kalan kadınlığımın
sıfatlardan soyulmuş çıplaklığını
yoruldun mu?
geçerken
hiç gelmeyecek otobüslerin
acılar ve hazlar şehrinden
satılmamış biletleri kadar açığa alınmıştı ağlamaların
ağlamadığını sanan erkeklerin
ayaklanmış uçurumlarında yankılanan bir devrimdi olanlar
ve tüm devrimler doğarken
kadınların çığlıklarıyla yıkandı
peki şimdi
duruldun mu?
aksini söylesen de
artık ne sen geleceksin
ne ben bekleyeceğim
sabaha karşı ayyaşların kalpsizliklerini kustuğu
buluşacağımız kaldırım taşı da
gözpınarlarının ayaklarına bağlanmış ve atılmıştır boğaza
akıp giden hayat misali basit şiirlerin
boğazına takılan
alengirli bir küfürdür yazdıklarım
okudun mu?
6 Ocak 2010 Çarşamba
başsağlığı
sen ki yağamayan bulutlu gökler
ağlayamayan buğulu gözler kadar gri çocuk!
sancılarımdan buztopu gibi bir ceset doğurdum sana
ne analı ne babalı
ancak kalbe düşecek kadar yaşadı
cenazesi çoktan kalkmış
geç kalmış dönüşlerin gibi
sebepsiz ve sonrasız oldu
sessiz ve kedersiz öldü
zavallı
ölüm misali sevgin
ağlatırdı kadınları
belki kalbime düşen gibi
zamanında ölü doğduğundandı
gözkapaklarımı yırtar gibi doymuşken ağlamalara
rahmim yokken anlatmalara ve anlamalara
geceleri dinlediğin nefesime sar
başımın yerine göm o cesedi
o da benim gibi titrer
ağır bir hastalıkmış gibi terler hatta
battıkça sancılı sonsuz uykularında...
ağlayamayan buğulu gözler kadar gri çocuk!
sancılarımdan buztopu gibi bir ceset doğurdum sana
ne analı ne babalı
ancak kalbe düşecek kadar yaşadı
cenazesi çoktan kalkmış
geç kalmış dönüşlerin gibi
sebepsiz ve sonrasız oldu
sessiz ve kedersiz öldü
zavallı
ölüm misali sevgin
ağlatırdı kadınları
belki kalbime düşen gibi
zamanında ölü doğduğundandı
gözkapaklarımı yırtar gibi doymuşken ağlamalara
rahmim yokken anlatmalara ve anlamalara
geceleri dinlediğin nefesime sar
başımın yerine göm o cesedi
o da benim gibi titrer
ağır bir hastalıkmış gibi terler hatta
battıkça sancılı sonsuz uykularında...

1 Ocak 2010 Cuma
Kozak Yaylası
Duyuyor musunuz?
Bir yerlerde ağaçlar kesiliyor.
Yeni bir maden yasası geçirilmek üzere, buna göre orman arazisindeki maden yeterince değerli ise o ormanı yok sayabileceğiz. Ormandan odunu anlayan birileri var hala bu ülkede ve bizi yönetiyorlar. Odunu alıp onları kovalamak istiyorum.

Eski Bir Şarkı
Orda bir köy var uzakta.
O köy bizim köyümüzdür.
Gitmesek de, görmesek de,
O köy bizim köyümüzdür.
Çocukken, eski model radyomuzdaki, çocuk programlarında dinlemeyi en çok sevdiğim şarkılardan biriydi.
Anıtkabirin hemen yanındaki evimizin balkonunda, gözlerimi kısıp mümkün olduğunca uzağa bakarak, bu şarkıyı söyler, o uzaktaki köyler ve o köyde yaşayanlar hakkında hayaller kurardım.
Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdü çünkü.
Hiç görmediğim, kestane, gürgen palamut, altı yaprak, üstü bulut ormanların, hemen yanıbaşındaki köyümü düşünür eylerdim kendimi çocukken.
Çocuk şarkılarıyla birlikte, bizim olan köyler de değişti.
Evet, hala köyler vardı uzakta ama,
Gitmiyorduk.
Görmüyorduk.
Ve o köyler bizim değildi artık.
Maden şirketlerinin ve yabancılarındı.
Didimi İngilizlere, Kaşı Fransızlara vermiştik.
Kaz Dağları ve Artvinle doymayan maden firmaları ise gözlerini Türkiye'nin Organik Çam Fıstığı Deposu İzmir Kozak Yaylası'na dikmişti.
Ve, 5 milyon Çamfıstığı Ağacı ile civardaki 17 köyün geçimini sağlayan bu cennet, Maden Firmalarının sondaj çalışmalarına açıldı.

Kozak Yaylası
Kozak Yaylasında, helenistik çağdan bu yana ekolojik olarak yetişen çamfıstığı ağacından, Türkiye’nin yıllık 40 milyon doları aşan ihracat geliri var. Yayladaki köylüler, altın madeni çıkarılması halinde 17 köyün geçim kaynağı olan çamfıstığı ağaçlarının kuruyacağını, tarımın ve doğal güzelliklerin yok olacağını söyleyerek Kozak Yaylası Çevre Koruma Kültür ve Turizm Derneğini kurdular.Paneller düzenlediler, olanları ve olacakları anlatmaya çalıştılar. Dernek Başkanı Taner Tekin'in açıklamasını olduğu gibi incelemek gerek diye düşünüyorum.
"Maden şirketleri öncelikle orman arazisini kiralayarak maden arama çalışması yapmaya başladı. Hatta sondaj çalışmasını da başlattılar. Maden Yasası elimizi kolumuzu bağlıyor. Altın madeni, Kozak Yaylası’nı kurutur.
Altın madeni yalnızca bir doğa harikasını yok etmiyor, çevrede yaşayan köylülerin hayat damarını da kurutuyor. Çünkü bir ton cevheri işlemek için 10 ton suya ihtiyaç var.
Su kaynakları kesilirse tarım yapamayız, yeraltındaki suyla beslenen çamfıstığı ağaçları kurur. 10 yıl sonra maden araması yapanlar gider bize de atıklarla zehirlenmiş, üzerinde çamfıstığı yetişmeyen kuru ağaçlar kalır.
Üstelik devletimizin bu madenlerden aldığı pay sadece yüzde 2.
Helenistik çağdan bu yana ekolojik olarak yetişen çamfıstığı ağaçlarına ve tamamen endemik bir yapıya sahip olan ve bölge ekonomisinin can damarını oluşturan, 300 binden fazla insana su sağlayan bu yayla feda edilir mi?
Sondajdan çıkan atık, hem Ayvalık ve Altınova’nın içme suyu ihtiyacını karşılayan Madra Çayı’na ve barajına karışıyor hem de yeraltı sularını kirletiyor.
Sondaj için birçok ağacı kestiler. Bir de siyanür havuzu kurulursa yayla yok olur. Bizim altınımız toprağın altında değil, üstündeki çamlardır."
Köylülere iş vererek kandırmaya devam eden Koza Altın İşletmeleri gibi firmalar aslında sadece altın aramıyor, Çevre Cinayeti de işliyor.
Nasıl mı?
Maden Arama Firmaları /Kaz Gelecek Yerden Tavuk Esirgenmez
Kozak`ta araştırma yapan Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü ve Ovacık Altın Madenleri bilirkişisi Prof. Dr.Ümit Erdem, madencilik faaliyetlerinin yaylaya büyük zararlar verdiğini belirterek, bölgenin `Ekolojik hassas bölgeler` arasında yer aldığını, taş ocağının çalışmasının bile mümkün olmayacağını belirtti. Dünyada aranan üç türlü fıstığın en güzelinin Kozak Yaylası`nda yetiştiğini dile getiren Erdem,
"Altın değil herhangi bir madenciliğin, özellikle ekolojik hassas yörelerde yapılması bizim doğal kaynak israfımızdan başka bir şey değil. Maden Yasası`ndaki değişiklikle ruhsat alan her kişi, her kurum istediği yerde arama yapar duruma geldi. Kaz dağları`nda da Kozak Yaylası`nda da madencilik yapmak cinayettir. Dünyanın bir numaralı çam fıstığı üretim havzası Kozak Yaylası'ndadır. Köylü onlara gözü gibi bakar. Böyle yerlere ekolojik hassas bölge diyoruz. Bırakın altın aramayı böyle yerlere çivi çakarken bile oturup 80 yıl düşünmek gerekir" dedi.
EGE Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi Prof.Mehmet Nurullah Kumru da, Kozak Yaylası ve civarında Devlet Planlama Teşkilatı`nın hayata geçirdiği bir proje ile Ege Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü `nün çalışmaları doğrultusunda yörede çok miktarda uranyum potansiyelinin ortaya çıtağını ifade etti.Kumru , altınla birlikte çıkartılan uranyumun çevre ve insan sağlığı açısından önemli olduğunu, altının alınıp uranyumun bırakılması durumunda radyoaktif madde açığının ortaya çıkacağını dile getirdi. Kumru ,
"Verilere göre petrol, doğalgaz, kömür, uranyum gibi maddelerin önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde tükeneceği belirtildi. Ayrıca uranyumun çevreye verdiği olumsuz etkinin dışında uranyum madencileri üzerinde yapılan araştırmalarda, radonun akciğer kanseri için ana sebep olduğu da ortaya çıkartıldı" dedi.
Kozak Yaylası da Kaz Dağları ve Artvin gibi, herşeyden önce doğal varlığımızdır. Maden arama çalışmaları hem doğaya hem de çevredeki insanların sağlığına zarar verecektir.Bu yayla civardaki 17 köyün geçimini sağlamaktadır. Köylülerin dediği gibi yılda 40 milyon liralık ihracat getirisi olan bu doğal sektörü, maden arama çalışmalarıyla baltalamak, altın ararken, altın yumurtlayan tavuğu kesmeye benzer.
Ancak Maden Firmaları Bergama deneyiminden ders alarak, gözlerine kestirdikleri yerlerde "Halkla İlişkiler" adı altında köylülerin gözlerini boyamaya, geleceklerini elinden almaya çalışıyor. "Anadolu'nun Altındaki Tehlike" yazısında Sn.Özer Akdemir'in belirttiği gibi;
"Tüm altın madeni girişimlerinde yoksul köylülere iş vaadi var. Tarlaların, arazilerin, maden sahası içinde kalan yapıların ederinin 10-20 katı fiyatlarla satın alınması söz konusu. Bazı yerlerde, (Uşak - Kışladağ ve İzmir - Efemçukuru gibi) köylülerin arazilerini satmamaktaki kararlılıkları hükümet destekli kamulaştırma sopası ile karşılanıyor. Madenci şirket "kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" mantığı ile köylere, yol-su, sağlık ocağı, okul vs. altyapı ve sosyal yaşam tesisleri yaptırıyor. Hatta, Uşak'ta olduğu gibi damızlık boğa dağıtılıyor, iftar yemekleri veriliyor (Bergama), şenlikler düzenleniyor. Maden sahası içinde kalan köylerdeki taşınmazlar bedellerinin çok üzerinde fiyatlarla alınırken, Bergama Ovacık köyü ve şimdi Erzincan Çöpler köyünde olduğu gibi, köy madenin birkaç kilometre uzağında yapılan dubleks evlere taşınıyor.
Bunun yanında madene karşı olanlar, çok çeşitli yöntem ve araçlarla susturulmaya, baskı altında tutulmaya, yıpratılmaya çalışılıyor. Bergama köylülerinin önce gizli örgüt kurmakla suçlanmaları, ardından mücadelede öne çıkan unsurların "Alman ajanı" olma iddiası ile DGM'de yargılanmaları ve nihayetinde madenle ilgili gelişmeleri haberleştiren gazete ve gazetecilere açılan tazminat ve ceza davaları "maden karşıtı" unsurların etkisizleştirilmesine yönelik uygulamalardan birkaçı. Madenci şirketler tarafından yapılan bir diğer halkla ilişkileri geliştirme yöntemi de "bilgilendirme gezisi" adı altında yörenin önde gelen isimlerinin yurtiçi ve dışında çeşitli yerlere götürülmesi oluyor. Hatta, bu öyle bir hale geliyor ki, tıpkı Bergama'da olduğu gibi, madenin açılıp açılmaması sonucunu doğuracak bir rapor hazırlamakla görevli "bilim adamları"ndan oluşan heyetler bile, eşleri ile birlikte ABD'de "inceleme gezisi"ne götürülebiliyor. 1997 yılındaki Danıştay kararının ardından kapatılan Bergama altın madenini Başbakanlık'ın talimatı ile yeniden inceleyip "açılabilir" diye görüş bildiren TÜBİTAK raporu böyle hazırlandı. "
Ve...
1980'lerden itibaren herşey "para" ve "güç" oldu.
Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik herkesin hakkı olan konular olmaktan çıkarılıp,adım adım özel sektörün kucağına atıldı.
Ülkenin bütün varlıkları, en önemli kurumları, kuruluşları teker teker satıldı.
Gümrük Birliğinden sonra cari açık devasa boyutlara ulaştı.Bu iktidar döneminde, sıcak paraya verdiğimiz inanılmaz faizle, ekonomizi, güzel gösterilmeye çalışılmış, sıkça da estetik ameliyatlardan geçmiş bir hayat kadını gibi yabancı yatırımcılara ve hatta japon ev kadınlarına bile pazarladık.
Ulusalcılığı rafa kaldırıp, küresel küresel diyerek küresel krizin tam göbeğinde buluverdik kendimizi.Üstüne üstlük tüm varlıklarımızı kaybetmiş, kolumuz kanadımız kırılmış olarak.
Ab fonlarıyla beslenen eğitimden, sağlığa farklı kurumlarda, ülkemiz aleyhine gelişmelere göz yumulmasıyla karşılaştık.
Üretimi destekleyecek hiç yatırım yapmayıp insanları sadaka toplumu haline getirdik.Sadaka toplumu olsunlar ki oyları satın alınabilsin.
Şu sıralar gündem çok farklı.
Kendi erklerini devam ettirmek için bazıları, yukarlarda atmadığı taklayı bırakmaz, hakka hukuka inanmadıklarından yargıyı bile bulanıklaştırmaya çalışırken,
Orda bir yayla var uzakta.
Maden firmalarının kucağına atılmış.
Doğal bitki örtüsü zenginliği ve korunmuş geleneksel yapısıyla, İzmir'in Bergama ilçe merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Kozak Yaylası, uluslararası altın tekellerinin istilasına uğrayarak yok edilmeye başlandı.
Kozak Yaylası hepimizin.
Sahip Çıkılmalı.

www.kozakyaylasi.com
DİKİLİ ÇUKURALAN'DA AĞAÇ KATLİAMINI LANETLİYORUZ !
BU KATLİAMI DURDURUN !
Çukuralan kan ağlıyor...Çukuralan öfkeli...Kozak yaylası tedirgin...
Kozak yaylasının Kaplan köyüne komşu Çukuralan köyünde resmi rakamlara göre 7743 ağaç kesildi ve halen kesiliyor.
Özellikle Aşağıbey köyümüz sınırında yer alan Yelli mevkiinde kesimler yoğunlaşmıştır. Bu kesimler, devletin izniyle ve eliyle yapılıyor, göz göre göre bu katliama izin veriliyor. Koskocaman bir orman yok edildi ne pahasına bir ton kayaç'ta ki 4 gr altın için. Yüzlerce yılda oluşan bu ormanı 4 gr altın için feda eden zihniyeti lanetliyoruz...
ENDİŞELİYİZ! Kozak yaylasında başlayan bu talan nereye kadar gidecek, sırada Kaplan mı, Aşağıbey mi ,Yukarıbey(gelintepe mevkii) mi yoksa tüm Kozak yaylası mı var ? Bugüne kadar dünyanın en kaliteli çam fıstığını üreten ve heryıl 50 milyon dolar civarı ihracat yaparak devlete katma değer kazandıran, ormanına canı gibi bakarak, yangınların neredeyse hiç olmadığı yöremiz de bu yapılanlar Kozak köylüsüne reva mıdır?
Kozak köylüsü soruyor, bunca yıl gözbebeğimiz gibi koruduğumuz Kozak Yaylasını Altıncı şirketlere peşkeş çekilsin diye mi koruduk ? Nedir bu rezalet !
Yeryüzünün cenneti olan Kozak yaylasına nasıl kıyarsınız, bu hangi vicdana, hangi dine ve imana sığar ?
Kozaklıların feryadını duyacak bir vicdan sahipleri yok mu Ankara'da ?
Milli park ilan edilip koruma altına alınması gereken yaylamızı, Altıncı şirketin talanına nasıl açarsınız ? İki elimiz iki yakanızda... Kurtuluş savaşında, Bergama'da Kuvay-ı Milliyeyi örgütleyen Kozak köylüsüdür, Kozaklı'nın öfkesini ve sabrını daha fazla zorlamayın...
Kaç kuşaktır bu topraklarda yaşayan biz yörükler, çoluğumuzu çocuğumuzu bu toprağın bize bahşettiğiyle baktık büyüttük, onları şehre göndermedik aksine hergün yüzlerce çalışan yaylamıza gelerek ekmeklerini kazanıyorlar. Her Kozak'lının canı ciğeri gibi baktığı bu topraklar da "YEŞİL BİR KOZAK'ı" yaşatıp, gelecek kuşaklara bırakmak boynumuzun borcudur. Bu borcumuzu ne pahasına olursa olsun ödeyeceğiz.
Anayasal hakkımız olan "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkımızı" elimizden alamazsınız !
Siyasi iktidarı uyarıyoruz, elinizi Kozak'tan Çekin !
Kozak'ta ki Ağaç Katliamını Derhal DURDURUN !
Mehmet AKKIN Erol ENGEL
KOZAK ÇEVRE DERNEĞİ BAŞKANI BERGAMA ÇEVRE PLATFORMU
Bir yerlerde ağaçlar kesiliyor.
Yeni bir maden yasası geçirilmek üzere, buna göre orman arazisindeki maden yeterince değerli ise o ormanı yok sayabileceğiz. Ormandan odunu anlayan birileri var hala bu ülkede ve bizi yönetiyorlar. Odunu alıp onları kovalamak istiyorum.

Eski Bir Şarkı
Orda bir köy var uzakta.
O köy bizim köyümüzdür.
Gitmesek de, görmesek de,
O köy bizim köyümüzdür.
Çocukken, eski model radyomuzdaki, çocuk programlarında dinlemeyi en çok sevdiğim şarkılardan biriydi.
Anıtkabirin hemen yanındaki evimizin balkonunda, gözlerimi kısıp mümkün olduğunca uzağa bakarak, bu şarkıyı söyler, o uzaktaki köyler ve o köyde yaşayanlar hakkında hayaller kurardım.
Gitmesek de, görmesek de o köy bizim köyümüzdü çünkü.
Hiç görmediğim, kestane, gürgen palamut, altı yaprak, üstü bulut ormanların, hemen yanıbaşındaki köyümü düşünür eylerdim kendimi çocukken.
Çocuk şarkılarıyla birlikte, bizim olan köyler de değişti.
Evet, hala köyler vardı uzakta ama,
Gitmiyorduk.
Görmüyorduk.
Ve o köyler bizim değildi artık.
Maden şirketlerinin ve yabancılarındı.
Didimi İngilizlere, Kaşı Fransızlara vermiştik.
Kaz Dağları ve Artvinle doymayan maden firmaları ise gözlerini Türkiye'nin Organik Çam Fıstığı Deposu İzmir Kozak Yaylası'na dikmişti.
Ve, 5 milyon Çamfıstığı Ağacı ile civardaki 17 köyün geçimini sağlayan bu cennet, Maden Firmalarının sondaj çalışmalarına açıldı.

Kozak Yaylası
Kozak Yaylasında, helenistik çağdan bu yana ekolojik olarak yetişen çamfıstığı ağacından, Türkiye’nin yıllık 40 milyon doları aşan ihracat geliri var. Yayladaki köylüler, altın madeni çıkarılması halinde 17 köyün geçim kaynağı olan çamfıstığı ağaçlarının kuruyacağını, tarımın ve doğal güzelliklerin yok olacağını söyleyerek Kozak Yaylası Çevre Koruma Kültür ve Turizm Derneğini kurdular.Paneller düzenlediler, olanları ve olacakları anlatmaya çalıştılar. Dernek Başkanı Taner Tekin'in açıklamasını olduğu gibi incelemek gerek diye düşünüyorum.
"Maden şirketleri öncelikle orman arazisini kiralayarak maden arama çalışması yapmaya başladı. Hatta sondaj çalışmasını da başlattılar. Maden Yasası elimizi kolumuzu bağlıyor. Altın madeni, Kozak Yaylası’nı kurutur.
Altın madeni yalnızca bir doğa harikasını yok etmiyor, çevrede yaşayan köylülerin hayat damarını da kurutuyor. Çünkü bir ton cevheri işlemek için 10 ton suya ihtiyaç var.
Su kaynakları kesilirse tarım yapamayız, yeraltındaki suyla beslenen çamfıstığı ağaçları kurur. 10 yıl sonra maden araması yapanlar gider bize de atıklarla zehirlenmiş, üzerinde çamfıstığı yetişmeyen kuru ağaçlar kalır.
Üstelik devletimizin bu madenlerden aldığı pay sadece yüzde 2.
Helenistik çağdan bu yana ekolojik olarak yetişen çamfıstığı ağaçlarına ve tamamen endemik bir yapıya sahip olan ve bölge ekonomisinin can damarını oluşturan, 300 binden fazla insana su sağlayan bu yayla feda edilir mi?
Sondajdan çıkan atık, hem Ayvalık ve Altınova’nın içme suyu ihtiyacını karşılayan Madra Çayı’na ve barajına karışıyor hem de yeraltı sularını kirletiyor.
Sondaj için birçok ağacı kestiler. Bir de siyanür havuzu kurulursa yayla yok olur. Bizim altınımız toprağın altında değil, üstündeki çamlardır."
Köylülere iş vererek kandırmaya devam eden Koza Altın İşletmeleri gibi firmalar aslında sadece altın aramıyor, Çevre Cinayeti de işliyor.
Nasıl mı?
Maden Arama Firmaları /Kaz Gelecek Yerden Tavuk Esirgenmez
Kozak`ta araştırma yapan Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü ve Ovacık Altın Madenleri bilirkişisi Prof. Dr.Ümit Erdem, madencilik faaliyetlerinin yaylaya büyük zararlar verdiğini belirterek, bölgenin `Ekolojik hassas bölgeler` arasında yer aldığını, taş ocağının çalışmasının bile mümkün olmayacağını belirtti. Dünyada aranan üç türlü fıstığın en güzelinin Kozak Yaylası`nda yetiştiğini dile getiren Erdem,
"Altın değil herhangi bir madenciliğin, özellikle ekolojik hassas yörelerde yapılması bizim doğal kaynak israfımızdan başka bir şey değil. Maden Yasası`ndaki değişiklikle ruhsat alan her kişi, her kurum istediği yerde arama yapar duruma geldi. Kaz dağları`nda da Kozak Yaylası`nda da madencilik yapmak cinayettir. Dünyanın bir numaralı çam fıstığı üretim havzası Kozak Yaylası'ndadır. Köylü onlara gözü gibi bakar. Böyle yerlere ekolojik hassas bölge diyoruz. Bırakın altın aramayı böyle yerlere çivi çakarken bile oturup 80 yıl düşünmek gerekir" dedi.
EGE Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü öğretim üyesi Prof.Mehmet Nurullah Kumru da, Kozak Yaylası ve civarında Devlet Planlama Teşkilatı`nın hayata geçirdiği bir proje ile Ege Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü `nün çalışmaları doğrultusunda yörede çok miktarda uranyum potansiyelinin ortaya çıtağını ifade etti.Kumru , altınla birlikte çıkartılan uranyumun çevre ve insan sağlığı açısından önemli olduğunu, altının alınıp uranyumun bırakılması durumunda radyoaktif madde açığının ortaya çıkacağını dile getirdi. Kumru ,
"Verilere göre petrol, doğalgaz, kömür, uranyum gibi maddelerin önümüzdeki birkaç yüzyıl içinde tükeneceği belirtildi. Ayrıca uranyumun çevreye verdiği olumsuz etkinin dışında uranyum madencileri üzerinde yapılan araştırmalarda, radonun akciğer kanseri için ana sebep olduğu da ortaya çıkartıldı" dedi.
Kozak Yaylası da Kaz Dağları ve Artvin gibi, herşeyden önce doğal varlığımızdır. Maden arama çalışmaları hem doğaya hem de çevredeki insanların sağlığına zarar verecektir.Bu yayla civardaki 17 köyün geçimini sağlamaktadır. Köylülerin dediği gibi yılda 40 milyon liralık ihracat getirisi olan bu doğal sektörü, maden arama çalışmalarıyla baltalamak, altın ararken, altın yumurtlayan tavuğu kesmeye benzer.
Ancak Maden Firmaları Bergama deneyiminden ders alarak, gözlerine kestirdikleri yerlerde "Halkla İlişkiler" adı altında köylülerin gözlerini boyamaya, geleceklerini elinden almaya çalışıyor. "Anadolu'nun Altındaki Tehlike" yazısında Sn.Özer Akdemir'in belirttiği gibi;
"Tüm altın madeni girişimlerinde yoksul köylülere iş vaadi var. Tarlaların, arazilerin, maden sahası içinde kalan yapıların ederinin 10-20 katı fiyatlarla satın alınması söz konusu. Bazı yerlerde, (Uşak - Kışladağ ve İzmir - Efemçukuru gibi) köylülerin arazilerini satmamaktaki kararlılıkları hükümet destekli kamulaştırma sopası ile karşılanıyor. Madenci şirket "kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" mantığı ile köylere, yol-su, sağlık ocağı, okul vs. altyapı ve sosyal yaşam tesisleri yaptırıyor. Hatta, Uşak'ta olduğu gibi damızlık boğa dağıtılıyor, iftar yemekleri veriliyor (Bergama), şenlikler düzenleniyor. Maden sahası içinde kalan köylerdeki taşınmazlar bedellerinin çok üzerinde fiyatlarla alınırken, Bergama Ovacık köyü ve şimdi Erzincan Çöpler köyünde olduğu gibi, köy madenin birkaç kilometre uzağında yapılan dubleks evlere taşınıyor.
Bunun yanında madene karşı olanlar, çok çeşitli yöntem ve araçlarla susturulmaya, baskı altında tutulmaya, yıpratılmaya çalışılıyor. Bergama köylülerinin önce gizli örgüt kurmakla suçlanmaları, ardından mücadelede öne çıkan unsurların "Alman ajanı" olma iddiası ile DGM'de yargılanmaları ve nihayetinde madenle ilgili gelişmeleri haberleştiren gazete ve gazetecilere açılan tazminat ve ceza davaları "maden karşıtı" unsurların etkisizleştirilmesine yönelik uygulamalardan birkaçı. Madenci şirketler tarafından yapılan bir diğer halkla ilişkileri geliştirme yöntemi de "bilgilendirme gezisi" adı altında yörenin önde gelen isimlerinin yurtiçi ve dışında çeşitli yerlere götürülmesi oluyor. Hatta, bu öyle bir hale geliyor ki, tıpkı Bergama'da olduğu gibi, madenin açılıp açılmaması sonucunu doğuracak bir rapor hazırlamakla görevli "bilim adamları"ndan oluşan heyetler bile, eşleri ile birlikte ABD'de "inceleme gezisi"ne götürülebiliyor. 1997 yılındaki Danıştay kararının ardından kapatılan Bergama altın madenini Başbakanlık'ın talimatı ile yeniden inceleyip "açılabilir" diye görüş bildiren TÜBİTAK raporu böyle hazırlandı. "
Ve...
1980'lerden itibaren herşey "para" ve "güç" oldu.
Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik herkesin hakkı olan konular olmaktan çıkarılıp,adım adım özel sektörün kucağına atıldı.
Ülkenin bütün varlıkları, en önemli kurumları, kuruluşları teker teker satıldı.
Gümrük Birliğinden sonra cari açık devasa boyutlara ulaştı.Bu iktidar döneminde, sıcak paraya verdiğimiz inanılmaz faizle, ekonomizi, güzel gösterilmeye çalışılmış, sıkça da estetik ameliyatlardan geçmiş bir hayat kadını gibi yabancı yatırımcılara ve hatta japon ev kadınlarına bile pazarladık.
Ulusalcılığı rafa kaldırıp, küresel küresel diyerek küresel krizin tam göbeğinde buluverdik kendimizi.Üstüne üstlük tüm varlıklarımızı kaybetmiş, kolumuz kanadımız kırılmış olarak.
Ab fonlarıyla beslenen eğitimden, sağlığa farklı kurumlarda, ülkemiz aleyhine gelişmelere göz yumulmasıyla karşılaştık.
Üretimi destekleyecek hiç yatırım yapmayıp insanları sadaka toplumu haline getirdik.Sadaka toplumu olsunlar ki oyları satın alınabilsin.
Şu sıralar gündem çok farklı.
Kendi erklerini devam ettirmek için bazıları, yukarlarda atmadığı taklayı bırakmaz, hakka hukuka inanmadıklarından yargıyı bile bulanıklaştırmaya çalışırken,
Orda bir yayla var uzakta.
Maden firmalarının kucağına atılmış.
Doğal bitki örtüsü zenginliği ve korunmuş geleneksel yapısıyla, İzmir'in Bergama ilçe merkezine 20 kilometre uzaklıktaki Kozak Yaylası, uluslararası altın tekellerinin istilasına uğrayarak yok edilmeye başlandı.
Kozak Yaylası hepimizin.
Sahip Çıkılmalı.

www.kozakyaylasi.com
DİKİLİ ÇUKURALAN'DA AĞAÇ KATLİAMINI LANETLİYORUZ !
BU KATLİAMI DURDURUN !
Çukuralan kan ağlıyor...Çukuralan öfkeli...Kozak yaylası tedirgin...
Kozak yaylasının Kaplan köyüne komşu Çukuralan köyünde resmi rakamlara göre 7743 ağaç kesildi ve halen kesiliyor.
Özellikle Aşağıbey köyümüz sınırında yer alan Yelli mevkiinde kesimler yoğunlaşmıştır. Bu kesimler, devletin izniyle ve eliyle yapılıyor, göz göre göre bu katliama izin veriliyor. Koskocaman bir orman yok edildi ne pahasına bir ton kayaç'ta ki 4 gr altın için. Yüzlerce yılda oluşan bu ormanı 4 gr altın için feda eden zihniyeti lanetliyoruz...
ENDİŞELİYİZ! Kozak yaylasında başlayan bu talan nereye kadar gidecek, sırada Kaplan mı, Aşağıbey mi ,Yukarıbey(gelintepe mevkii) mi yoksa tüm Kozak yaylası mı var ? Bugüne kadar dünyanın en kaliteli çam fıstığını üreten ve heryıl 50 milyon dolar civarı ihracat yaparak devlete katma değer kazandıran, ormanına canı gibi bakarak, yangınların neredeyse hiç olmadığı yöremiz de bu yapılanlar Kozak köylüsüne reva mıdır?
Kozak köylüsü soruyor, bunca yıl gözbebeğimiz gibi koruduğumuz Kozak Yaylasını Altıncı şirketlere peşkeş çekilsin diye mi koruduk ? Nedir bu rezalet !
Yeryüzünün cenneti olan Kozak yaylasına nasıl kıyarsınız, bu hangi vicdana, hangi dine ve imana sığar ?
Kozaklıların feryadını duyacak bir vicdan sahipleri yok mu Ankara'da ?
Milli park ilan edilip koruma altına alınması gereken yaylamızı, Altıncı şirketin talanına nasıl açarsınız ? İki elimiz iki yakanızda... Kurtuluş savaşında, Bergama'da Kuvay-ı Milliyeyi örgütleyen Kozak köylüsüdür, Kozaklı'nın öfkesini ve sabrını daha fazla zorlamayın...
Kaç kuşaktır bu topraklarda yaşayan biz yörükler, çoluğumuzu çocuğumuzu bu toprağın bize bahşettiğiyle baktık büyüttük, onları şehre göndermedik aksine hergün yüzlerce çalışan yaylamıza gelerek ekmeklerini kazanıyorlar. Her Kozak'lının canı ciğeri gibi baktığı bu topraklar da "YEŞİL BİR KOZAK'ı" yaşatıp, gelecek kuşaklara bırakmak boynumuzun borcudur. Bu borcumuzu ne pahasına olursa olsun ödeyeceğiz.
Anayasal hakkımız olan "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkımızı" elimizden alamazsınız !
Siyasi iktidarı uyarıyoruz, elinizi Kozak'tan Çekin !
Kozak'ta ki Ağaç Katliamını Derhal DURDURUN !
Mehmet AKKIN Erol ENGEL
KOZAK ÇEVRE DERNEĞİ BAŞKANI BERGAMA ÇEVRE PLATFORMU
24 Aralık 2009 Perşembe
yağmur! sen de vurup da durma şu cama!
herkes aynısını söylüyor, renkler, kıyafetler, sözler...
bir şarkı bu kadar ben olurmuşum.
oynatalım uğurcum.
17 Aralık 2009 Perşembe
5 Aralık 2009 Cumartesi
kim

"Söylesene, kimi istiyorsun?"
Muazzez yaşlı gözlerini Yusuf'a dikerek haykırdı:
"Hiç kimseyi... Anlamıyor musun...Hiç kimseyi..."
Ve gözlerini uzun müddet onun gözlerinden ayırmadı. Yusuf da ona bakıyor ve idarenin titrek ışığı vuran yüzünde yer yer ürpermeler oluyordu. Elini yavaşça uzatarak genç kızın saçlarını okşadı. O zaman Muazzez bu işareti bekliyormuş gibi doğruldu, Yusuf'un ellerini avuçlarının içine alarak:
"Kimi istiyorum, anladın mı?" dedi.
Yusuf alt dudağını ısırarak ağır ağır başını salladı:
"Anladım!"
Muazzez hayatında ilk defa Yusuf'un iri kahverengi gözlerinde yaşlar parladığını gördü.
30 Kasım 2009 Pazartesi
na'me
sevgili cc,
nedense, dün durduk yere bodrumu gördüm rüyamda. sabah kahvaltı ederken bana, urla dolmuş'unun arka koltuğunda, kafanda şapkan ve benim yeşil tokam, (kız arkadaşının seni nasıl boynuzladığı gibi) önemsiz şeyler anlatıyordun.
Kahvaltıda, tam tereyağ bal kısmına gelince düşündüm...
insan, en sevdiği İstanbul'da, neden Bodrum'u özler ki?
akşam şişelerin dibinde kafamı kırıp, balkon'da otururken, şişenin dibinin senle dört gün gibi koktuğunu fark ettim.
görünmez balkon gibi. (2)
tık diye oturdu kafama. duydun sen de o sesi ve güldün. aklıma birden holly sezen'in şu şarkısı geldi.
Klipteki silik fotoğrafta sezen, bir şeyler anlatmak istermiş de rüyalardaki gibi sesi çıkmamışcasına, kalmış.
o an'da şarkıda söylediği her şey aklından geçmiş.
O kadar kırıkmış işte onun da kafası. Sanki o kadar kırıkmış ki, kalbi gibi, kırık kırık söylemiş şarkısını, aklımdan geçenler gibi.
sanki tanrıçaymışcasına sezen bizim hikayemizi izleyip, şarkısını söylemiş.
aynı şarkı gibi, dört kısa günden bana,
bir garip sızı kalmış,
bir de deli özlemin.
ben söylemiyorum. tanrıça söylüyor.
severim
aa
derkenar
İnsan böyle bir duyguyu yaşarken
Gerçek yaşamla tüm bağlantıları
Kopmuşçasına ayakları yerden kesiliveriyor
Hoş bir zaman bu bağlantısızlık da
Yaşam kadar gerçek ve doğal
Biliyor musun?
nedense, dün durduk yere bodrumu gördüm rüyamda. sabah kahvaltı ederken bana, urla dolmuş'unun arka koltuğunda, kafanda şapkan ve benim yeşil tokam, (kız arkadaşının seni nasıl boynuzladığı gibi) önemsiz şeyler anlatıyordun.
Kahvaltıda, tam tereyağ bal kısmına gelince düşündüm...
insan, en sevdiği İstanbul'da, neden Bodrum'u özler ki?
akşam şişelerin dibinde kafamı kırıp, balkon'da otururken, şişenin dibinin senle dört gün gibi koktuğunu fark ettim.
görünmez balkon gibi. (2)
tık diye oturdu kafama. duydun sen de o sesi ve güldün. aklıma birden holly sezen'in şu şarkısı geldi.
Klipteki silik fotoğrafta sezen, bir şeyler anlatmak istermiş de rüyalardaki gibi sesi çıkmamışcasına, kalmış.
o an'da şarkıda söylediği her şey aklından geçmiş.
O kadar kırıkmış işte onun da kafası. Sanki o kadar kırıkmış ki, kalbi gibi, kırık kırık söylemiş şarkısını, aklımdan geçenler gibi.
sanki tanrıçaymışcasına sezen bizim hikayemizi izleyip, şarkısını söylemiş.
aynı şarkı gibi, dört kısa günden bana,
bir garip sızı kalmış,
bir de deli özlemin.
ben söylemiyorum. tanrıça söylüyor.
severim
aa
derkenar
İnsan böyle bir duyguyu yaşarken
Gerçek yaşamla tüm bağlantıları
Kopmuşçasına ayakları yerden kesiliveriyor
Hoş bir zaman bu bağlantısızlık da
Yaşam kadar gerçek ve doğal
Biliyor musun?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)