3 Temmuz 2009 Cuma

αποχαιρετισμός

sevgili bb,

size bugün çıkmadan böyle bir mektup yazmıştım da elcazım gitmemişti atmaya. toparlayamamıştım. telefonunuzu da açamamıştım zaten. olacakları biliyor gibi karalar giymiştim, karalar sürmüştüm akşam. herkes rahatsız, huzursuz ve eksikti zaten siz olmayınca.
kabul ediyorum. daha açık sözlü olmalıydım. suç benimdi.
hay lanet!
aslında olması gerektiği gibi ikimiz o büyülü bankın bir köşesinde oturup kalmalıydık. kalkıp daha ileri gitmemeliydik.
ama o kadar ben gibiydiniz ki, biliyordunuz. beni anlardınız diye umuyordum.
a-şık diye aniden kesiyordu.
birşeyler anlatmak istiyordum size ama dilsiz gibi kaldım, gözlerim uğraştılar.
ama yapamadılar.
siz de sonunda, aklınızla hayalgücümü paylaşan ben'im
üzmemek için çabalarken, sizi akıl'sız gördüğümü sandınız!
hay lanet!
derin bir nefes alıyorum.
kaderime boyun eğip, size ait her detayı, bende kalan çakıltaşlarınız gibi eteğime topluyorum... rahatsıztekkişilikkoltuklar'ın genişlikleri, yunanistandaki partiler ve yol kenarında vıcık-cıcık karamelli kahveyle içilen ince sigaralar gibi.
gülmek gibi.
sizin gibi.

herşey için
herkese teşekkür ediyorum.



name

güneşin dans ettiği bir yerlerden bahsediyorlar son zamanlarda.
sadece o günlük tanıdığım -belki bir daha görmediğim- insanlar farklı mekanlarda bana "güneş dans ediyor" diyorlar.
ben de kulaklarımı son ses açıp evrenin mesajına veriyorum.
güneş saçlı bir çocukla, güneşi dans ettirmeye ve çocuk gibi eğlenmeye gitmek istiyorum.
ama gelin görün ki buraların yabancısıyım ve kuralları bilmiyorum. her "hayırdır genç?" bakışına yada öksürüşüne "ben buraların yabancısıyım" diyorum.

güneş saçlı bir çocuk tatile çıkıyor ve güneşi dans ettirmek için bazı - güneşle hiç ilgisi olmayan -tanrılara adaklar adamak gerekiyor. ama benim gözüm sadece onu görüyor.
isterseniz buna kader diyebilirsiniz.zira kaderin kızkardeşleri de üç taneler;
harika, şahane ve makbule.kült, ablası ve abisiyle arkadaşlar bunlar.
mahalleden.
altın kızlar, uzattığım saçlarımdan çektiğim çilenin altıncı yılında bana üç dilek hakkı vermiş.
ben de dilemişim.
a.a. olmuş gerçekten. anidenmiş.
hatta bb olmuş. en serseri ve en zormuş.
altıncıgünün sonunda tanrı insanlara dinlenmeleri için izin vermiş
ve cc olmuş...
bir de hazreti ismail varmış. şamil tayyarın göz-arkadaşı.
hepsi çok iyi çocuklarmış. aynı mahalleden. kaderin kardeşleri gibi.
yeni bir ay varmış.
yeni bir göl
yeni bir pınar
gülmekten yorgun düşüp, yeter dediklerinde, susup sakinleşmelerini bekliyormuşum. sonra biri "devam etmiyor muyuz?" diyormuş... onların dalgalarında yüzüyormuşum. dalgalanıyormuşum
duru-lu-yormuşum
an'ın tadını çıkarıyormuşum
incecik parmaklarımla anları kaydırıp, bambaşka yerlere götürüp getiriyormuşum. gerçek işimi bulmuş gibiymişim. onlardan derliyor topluyor, yine onlara anlatıyormuşum.
aklımda bir güneş dans ediyormuş,
o güneşten birbirinden güzel üç renk lale damlıyormuş,
sararıyormuşum. elcazımda değilmiş...

camdan kapı kolu deliğine giren kelebek etkisiyle yanımda tarantino filmlerinden çıkmış, siyah takım-beyaz gömlek-ince siyah gravat güneş saçlı bir çocuk oturmuş. ablasının düğününden almışım onu. dört nikah bir de cenaze varmış o saatlerde. arkada akrabalar, erkek tarafı dedikodusu yaparken, biz gözlerimizle konuşup, eğleniyormuşuz. buraların yabancısı olduğumuzu çaktırmamaya çalışıyormuşuz. o sağlıkçı olduğu için daha iyi biliyormuş, buralarda huzursuz yabancıları sevmiyorlarmış.
sonra resmi kıyafetler çıkıyor, akrabalardan kaçılıyor ve hayalden değil gerçekten çimenler üstünde sihirli bir kartona oturup; bulutlara, yeşil uçurtmaya ve insanlara bakıyormuşuz tepelerden. huzursuzluğumuzla dalga geçen hikayeler anlatıp eğlendiriyormuşum onu. ne de olsa gülmeden geçmiyormuş hayat.
o, bana sarılmamak için zor tutuyormuş. ama tutuyormuş. kendini.
biliyormuş ben çok özel bir melekmişim.
ve kanatlarıma dikkat etmek gerekiyormuş.
ama işte kader. üçkardeş oluyormuş. ve hay lanet! işler karışıyormuş.

hep rüyamda gördüğüm merdivenleri iniyorum iki gündür. tarihi binaların olduğu bir sahile iniyorlar. ben de iniyorum. çiçekler açıyor. heryerimde. güneş saçlı bir çocukla, serçelere (iyi niyetle) kafaları kadar bademler atıp gülerek ve sekerek birbirimize hikayeler anlata anlata iniyoruz. nereye gitsek güneş parlıyor. tatil oluyor. tatil kaçmak değil miydi?
affınıza sığınarak izin istiyorum.
güneş bugünlerde dans etmek istiyor.



cc

söyleyemiyordum. ama bir yerlerden unutamıyordum. bana verdiğin, sakladığım her an'ın yanına abant'ın suyunu da koydum. film gibiydi yine. bu kez pembe bir yalnızlık gibi hafiften, jülide abla "kendinle kalırsın" diyordu. ve biz gözlerimize belki son kez. belki ilk kez bakıyorduk. bembeyaz bir duvardaki leke gibi rahatsız ediyordu. unutmak zorundaydık. güneş tam da saçlarından geliyordu...



http://www.myspace.com/julideozcelik

Hiç yorum yok: