12 Kasım 2009 Perşembe

till there was you


beat/less'ım gelmiş
ne güzel huyların varmış senin demiş
unutmuşum demişim
tozlanmış biraz
üflemişim
söylemeye başlamışım
ve
gözlerin her zaman,
sözlerin zaman zaman,
konuştuklarına inanmışım

ya(h)ma

Sabahlardan bir sabah, gerçeklerden bir gerçeğe uyanmışım, perdeleri aralayıp, dışarı bakma gereği bile duymadan. Bulutları, yağmurları ve tüm ağırlığını hissederek.

Yalanlardan yalan beğen demiş İstanbul, papatyadan yapılmış taçlara öykünen, bir bayram seçmişim, yağmur damlalarından kendime.
saklamışım kimseler görmesin diye; ya(h)ma'yı kandıran sa(h)vitree kadar derine...

11 Kasım 2009 Çarşamba

down under

Men At Work - I Come From A Land Down Under .mp3
Found at bee mp3 search engine

şair viktor der ki;

yağmur damlaları
yaprakları dövende
sesini yasaklamışız kendimize
az mı?

6 Kasım 2009 Cuma

jan val.jan

Nicomedia - Troya Hattı

28.

Ah! Çocuk Ah!
sana sonsuzluk hiç çıkmayacak baktırdığın fallardan
ele alınamaz en güzel intihar mektuplarını yazdığın halde
taptığı aşklarda kendi hayatı kendine
hiç okutulmamış birisin sen

kendime tabutlardan tabut
sana gelinliklerden haziran beğendim
birbirimiz hakkında her şeyi bilmeyelim
henüz yola çıkmadan önce
merhamet değmemiş uzaklara gideceksek
kaçmak daha kolay olsun
ikimizi de aynı düş büyüttü
ikimizi de aynı şey delirtti
ben akıllanırken
bir iki kere Paris’i hatırladım
sen akıllanırken
her şeyi büsbütün unuttun
şehirden geri çekilirken
alkol kaplama çılgınlıklarım olur
ağzımı burnumu
kamyoncu küfürlerine bırakırım
gece gözlerini
gece yarılarına vura vura unuturum
kör yalnızlığıma kör bir fahişe ararım
illaki bulurum

veya

bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde
eğer hatırlarsam
kendimi vururum

5 Kasım 2009 Perşembe

remember. remember the fifth of november.


onu benden alabileceğini sanıyorsunuz değil mi?
üzülüyorum size.
onu hiçbir zaman benden alamayacağınız için...
istediğiniz kadar baskı kurabilir, korkutmaya çalışabilir, tehdit edebilirsiniz... durmadan kötüleyebilir, hatta yok etmek isteyebilirsiniz beni, bunları söylediğim için. var gücünüzle saldırabilirsiniz bana,
yalnız...
hayat; doğmak, büyümek ve ölmeklerken, ölmeyen birşeyler de yaşar insanların, hayatların ve an'ların altında. bilirsiniz...
ve kurşun işlemez onlara, kan ağlamazlar.

...cenazenin arkasından bakarken;

"kimdi o? tanıyor muydun?" dedi yanımdaki müfettiş.

"evet" dedim.
"o, babamdı. ve annemdi. kardeşimdi.
arkadaşımdı.
sendin. ve bendim.
o, hepimizdik."

siz de onu benden alabileceğini sanıyorsunuz değil mi?
üzülüyorum size...

4 Kasım 2009 Çarşamba

yedi




Ne güzel saattir yedi;
İstanbul'a inmek için,
sevgiliye
iner
gibi.
Sabah yedi ve İstanbul henüz uyanamamış;
mahzun, masum, mahmur...
yedi cücelerin uykucusu gibi...
Sabah ereksiyonu kadar; anarşist,doğal, karşı konulmaz;
yedi büyük günah gibi...
Bir o kadar ıssız, yalnız, tenha;
yedi uyuyanların mağarası gibi...
Acele et on dakikamız var sevgili...
Yalnız on,
ama yedi(veren) gibi.
Birazdan güvercinlerin de karınları acıkacak,
guruldayacaklar,
senin karnın gibi...
Ve sokak köpekleri kavga edip hırıldayacaklar bir kuru ekmek için,
insanlar gibi...
Kahvaltıdan önce,
dinlerken gurultularında ve hırıltılarında; uyanışını,
aslında bensiz her sabah gibi,
ne güzeldir İstanbul,
hele gözünü sevgiline açmışsan
ve saat yedi,
7, harika gibi...

yalancı

yak mumlarını sevgili
bırak yansınlar
söndür ışıklarımı
soyunsun gözlerin
yalan değil mi nasılsa hepsi?
yatsı da olsa
gelince
kahvaltı hazırla sevgili.
kahvaltıdan anladığım,
sade ve sade.c kahve nasıl olsa...
peki ya, yat.sı kahvaltısında
sade kahve ve sade.c ben yetmez miyim?

yalan söyleme bana
söndür umutlarımızı sevgili
umuda ihtiyaç duymaz
fazla zaten ben'deki..'.

http://fizy.com/s/13l40s

http://fizy.com/s/1535g6

3 Kasım 2009 Salı

İSTanBUL


Bu sabaha, İstanbul gibi nedensiz, erkenden uyanmışım.
Paramın gelmeyeceğini ve İstanbul'a gelişin Perşembeye kalacağını söylüyormuş iç/sesim.
Ama "bu akşam”a binmem ve "o sabah”a beni karşılaman fikri gözümün önüne yaşanmış bir sahne gibi geli(veri)yormuş.
Tekrar, tekrar, ar, ar,aarr, annıııeeeaa...
Öyle büyük bir an'mış ki, girmişim içine ve sığmış'ım. İçinde yaşamış, kekeleyerek köşelerin yuvarlaklığına gülmüşüm.
Gösteriyormuşum iç/sesime an'ımı, ikna 'çün, o da ısrarıma gülümsüyormuş.
Zam.an'a bırak. diyormuş.
Bırakmışım zamana, mavi bir ormanın, kırmızı kertenkelelerin dolaştığı, incecik ful'a(r)klımı, durmadan o an'a uçurmuş.

Beş dakkada beşiktaş'a inmişim servisten. Saçlarım dağınık, kucağımda çantam, göz altlarımda torbalarım, dizlerimde dermanım...
Her neyse işte, sabahları uyandığımda ya da cigara sonrası gibi dudaklarım köfte.
Battaniye altı sıcaklığına değil, İstanbul'un ayazına uyanmış olma huysuzluğuma geliyormuşsun sen. Sıra sıra insanlar geçiyormuş etrafından, sıra(d)ağlar kadar uzaktan görüyormuşum seni. Elimdeki sigarama sinirli sinirli vuruyormuşum, duyulmasın diye kalbimin sesleri, dudaklarım gibi atan... Etrafımızda insanlar dolanıyorlarmış, işleri-güçleri varmış. Çalışılacak, daha çok çalışılacak, mangodan kıyafet, body shop'tan dudak parlatıcısı alınacak, karınlar doyacak, ateşler yanacakmış.
Ateş'ler yanacak. İçinden yeni ateşler doğacak...
Vuruyormuşum külüne sigaranın, Ateş'ler sıçrıyor, insanlar eksiliyormuş. Sen yaklaştıkça daha az çekiyor ve daha az vuruyormuşum. Ve sen yaklaştıkça, daha az kalıyormuş her şey. Gittikçe azalan her şeyin içinde; sen kalıyormuşsun, vezir gibi. Bense kızıla kaçan bir at oluyormuşum, gözlerine doğru, onların anlamlarını çatlatmak istercesine, nefes nefese koşan.
Sabah erken, ayaz varmış, sen varmışsın… Bi de, boğaz varmış... Benim boğazımda ilmek ilmek mavi atkım, senin omuzların normalde durdukları yerden üç parmak yukarda, kalbim gibi... Sen üşümüşsün, kalbim üşümüş. Ellerin ceplerinde... Ceplerindeki ellerine saklayıp kalbimin ipini, yokluğumuza üşümüşüz demişim içimden. Sokakta olmaklara aldırmadan boynuna atlamışım dışımdan.
Kimse yokmuş aslında o an'da sen ve benden başka. Ben de sarılıyormuşum bize sıkıca.
Hava; ayaz, sabah; soğukmuş. Ayaz soğuğa nasıl yapışmışsa, öyle bilinçsizce, öyle içgüdüsel yapışmışım sana.
Beni öyle götürmen mümkün olsa eve, küçükken babama yaptığım gibi kollarım boynunda, bacaklarımı beline dolamış, uyuyor numarası yaparak eve kadar gidebilirmişim. Soğuk rüzgarlar esermiş boynuna ve ben tüm peri kızlarının, hatta senin bile unuttuğun bir yerden usulca öpermişim. Bu an gibi. Ürperirmişsin; öptüğüm yeri hatırladığına mı, yoksa benim unutmamış olduğuma mı? Bilemezmişsin. Diken diken üşürmüşüm içinde, unutulmuş an'lar gibi. Sen de sarılırmışsın bana. Eve girdiğimizde yatağa bırakırmışsın beni. Yastığına yatarmışım. Üstümü örtermişsin. Biraz kovalarmışız zamana sıkıştırılmış tinleri. Dumanla ve suyla seyreltirmişiz.
Suların ve dumanların içinden gelir saçlarımı okşarmışsın. Uzun zamandır görmediğin yerleri sakladığım saçlarımı karıştırıp, yeni yerler yaparmışsın.
Ben'de yeni yerler görebilen adamlara, aşık kalabildiğimi anlatırmışım sana, bunun şerefine, bana dolaptan gözlerine sakladığın uçuk mavileri çıkarırmışsın.
Uçuşurmuş saçlarımdan, sabaha uyanan kelebekler gibi... Fark edermişim ki kelebeklerin kanatları, senin dudaklarından durmaksızın "However far away..." dermiş...
Gözlerimi "close to me" ye yumarmışım.