24 Haziran 2009 Çarşamba

eğik


istanbul'da herkes koşar. kimi iş peşinde, kimi karı kız peşinde, kimi koca kafasını ona buna takma peşinde, kimi eğlence, kimi egosunu tatmin etme peşinde...

istanbul'da herkes koşuyor. ben yürüyorum.

yavaşça kitaplar, manzaralar, insanlar, taşlar, ağaçlar geçiyorum...

durmaksızın yürüyüp derliyorum, topluyorum. çimenlerin yeşerdiği not defterime eski bir binanın cephesini çiziyorum yada tanıklık ettiğim bir hikayeyi unutulmadan not ediyorum.

yürümeye başladığımda yollar beni dolaştırıyorlar. ben yollara, yollar bana dolaşıyorlar.
her dolaşıklık yeni çözümler getiriyor aklıma. karşıdan durmadan bambaşka insanlar geliyorlar.
gözlerine bakıp düşünüyorum;
seni tanıyorum aslında. seni de ve seni de...

yüksek topuklar çıkıp, ego kostümleri askıya asılıp, kıskançlık makyajı silindiğinde insanlarda gördüğün, aynadaki kendinden daha yabancı biri olmuyor. ama bizler aynaya ne kadar sık ve poz vermeden bakıyoruz ki?

hep kaderimize karşı çıkmaya çalışıyoruz. durmaksızın savaşıyoruz. ne kadar savaşçı olursak olalım sonunda kaderin üç kızkardeşi karşımıza dikiliyor. klotho saçlarımızdan eğiriyor, lakhesis gözyaşlarımızla yazıyor, atropos da ellerimizle ağzımızı kapıyor... biz de kader ağlarına dolanmış kara sinekler gibi çabalıyor, çabaladıkça daha çok çaresizleşiyoruz. karadulun binbir gözü sanki bizi zehirlemeden önce seyrediyor ve her gözde binlerce farklı sonumuzu görüyoruz. kendi ördüğümüz ağların içinde kaderimize ağlıyoruz.çoğunlukla bilmiyoruz, sadece bileniyoruz ve hiç bilemiyoruz.

sonra kavakla ıhlamur Knopfler'in namelerinde rüzgarla oynaşırken, sivri dilli kayaların arasından bir pınar doğuyor, akıyor, akıyor ve sonunda büyük sulara karışıyor. aslında sadece deviniyor. ve nerede hareket varsa orada bereket oluyor.

dertler büyütülüyor, eğiriliyor, bükülüyor, ağlanıyor, sızlanıyor, yanılıp yıkılınılıyor... dertlerde ganjmışcasına yıkanılıyor.
dertler, yaşarken yüce, kayalıklı ve korkunç görünüyor ama dertleşebilmek için var olduğu kimsenin aklına gelmiyor.
dertleşmek su damlalarını birleştiren tatlı bir eğim oluyor.

eski kırıklardan derya buketi "eğim susam eğim" diyor.

bir susam tanesi kadar önemli ve bir susam tanesi kadar önemsizce eğimli bir defterin çimenlerine oturup boğaza bakılıyor.

bütün dertler unutuluyor.

Hiç yorum yok: