ÇöpLük
Herkes, her gün en azından küçük bir şarkı duymalı , iyi bir şiir okumalı , hoş bir resim görmeli ve eğer mümkünse bir kaç mantıklı kelime söyleyebilmelidir. Goethe
21 Ağustos 2025 Perşembe
özgür pınar
merkaba
geçenlerde altanla konuşurken hatırladım. bana istanbuldaki club 20yi anlatmaya başladı. aa dedim aynı konseptmiş ankaradaki de.
zamanda atlama
işten çıkmışız çarşamba günü üstümüzde banka kıyafetleri hiç bir şeyin olmadığı yüzüncü yıldaki bi deponun önünde club20nin açılmasını bekliyoruz. ben madonna gibiyim o zamanlar. ben ve etrafımda 20 gay. siyah bi zara bluzum vardı yıllanmış ama yıpranmamış, oxxodan bir siyah kargo siyah dümdüz saçlarla içeri girerdim. devasa bir depoydu tam o yılların club kültürü. müzik başlardı ekip dağılırdı gözlerimi kapardım derin bir nefes alıp dans etmeye başlardım. ip atlar gibi hoplaya zıplaya tin min tinimini hanım dolanırdım insanların arasında.
bütün gece müzikle dans ederdim. sabaha karşı herkes dağılırken beni de pistten alırlardı.
spotifyda yakaladığım şarkılardan birini açtım
bu liste bir kaç şarkısıyla avladı beni bırakamıyorum o yüzden
sakla zamanı
tam dans şarkısı
altanın dj arkadaşlarıyla dedikodu yapası vardı (erkeklerin sesli mesajı bizden daha çok dedikodu amaçlı kullandığına eminim :)
ben biraz müzik dinliyorum sen de rahatça dedikodunu yap çocuklarla dedim
kaçıncıyı dinliyorum bilmiyorum
şarkı denizi dalgalandırıyor
ben gözlerimi her kapadığımda
club20de açıyorum
üstümde siyah kargo pantolonum ve zara bluz.
etraf 2000ler başı bir klüp gibi kokuyor
o kokuyu tam olarak tarif edemem ama her güzel ve yasak şeyden biraz var gibi
içime çekiyorum gülümsüyorum müziğe bırakıyorum kendimi
gözüme kesik kesik bir sürü görüntü geliyor
farklı farklı zamanlardan farklı farklı yerlerden ben gözlerimi kapıyorum
vazifemi yapıyorum (dans etmek)
her uyarıcı/uyuşturucu gibi bu şarkının da tepe uyaranı doyunca
iniş başlıyor
inişler hep can sıkar
inişi biraz daha eğlenceli hale getirip suya iniş yapıyoruz
bir teknedeyim
bir doğum günü partisindeyiz
beni bostancı sahilden almışlar
adaların arkasına dolanmışız
altan çalıyor
tekne sallanıyor
ben dans ediyorum
her gözlerimi kapadığımda club20deyim
o koku
o gençlik
o heves
o merak
o dans
kendimi kaybediyorum
etraftakiler kayboluyor
kendimi buluyorum
salondayım
masterchef açık
altan yangi gezdirmiş kapıda anahtarı almadığını fark etmiş
bana sesini duyuramayınca
balkondan girdi
kulaklıkları çıkardım
:) dünyanın en eğlenceli
istanbulun en iyi djyiyle evli olduğumu söylemiş miydim?
o zaman bir çay demlenir
mer ba
ka
20 Ağustos 2025 Çarşamba
eski ve bitmiş bir hikaye
çok uzun zaman sonra birinden hoşlanmıştım. ilk kez bir dergide, kaos teorisiyle ilgili bir yazısını okuduğumda kendime hiç kimseyi bu kadar yakın hissetmediğimi düşündüm. düşüncelerine aşık olmuştum. okudukça merakım arttı. faceten buldum ekledim. fotoğraflarına baktım, inanamıyordum. çok yakışıklıydı. çok garip yakışıylıydı. her şeyi belirgindi.
sanki tanrı onu yaratırken her şeyin üzerinden ikinci kez biraz daha büyük ve belirgin gitmek istemişti. kaşları, gözleri, saçı... garipti, ama çekiciydi.
sohbet etmeye başladık. inanılmaz keyifliydi. telefonlar alındı. sesini duyduğumda kendimden geçtim. çok rahat ve sakin bi adamdı. zekasına, kelimelerine, sesine, izine her şeyine vurulmuştum.
o da benim gibi dergi işiyle uğraşıyordu, yazılarını okuyordum. gayet güzeldi. takılıyordu. çıkarmak istediğim dergiyle ilgili akıl alıyordum. harbiyede oturuyordu. benim eski mahallemde. istanbula gelirsem bekliyordu.
tencereyle kapak gibiydik.
tüm senaryo da wudi elın filmleri gibiydi işte. o bir cankiydi ve bundan daha kötüsü dünyanın en bela kızıyla birlikteydi. Dört sene boyunca onların ayrılıp barışmalarını seyrettim, dinledim.
Mügeyle olmuyor, ayrıldık.
mügesiz yapamıyorum, barıştık.
mügeyle olmuyor.
oluyor, mu?
barıştık, yine, yine...
biz bir zamanlari barıştık.
ankarada yapamayıp istanbula beş parasız, işsiz ve evsiz, sırtımda bir çantayla döndükten sonra, beni bir konuşmasına çağırmıştı galaperada. heyecanla ve erkenden gitmiştim ama o gecikmişti. hem de çok gecikmişti. yaklaşık kırk dakika sonra gelip, kız arkadaşıyla apar topar tuvalete girdi.
ne olduğunu anlamıyordum ama hala ümitle bekliyordum. gelip masaya oturduğunda sürekli terliyordu. bense konuşmasını dinlemekten çok ne kullandığını anlamaya çalışıyordum. burnuyla her oynadığında kok çekmiş diyordum. kokun ego parlatmasına ihtiyacı vardır belki diye düşünüyordum. fazlasını ona yakıştıramıyordum. masada iki sandalye yanımdaydı ama beni hiç görmemişti sanırım. konuşması berbattı. o kadar utandım ki başımı önümden kaldıramadım.
ufak boylu ve oyuncu bir maymuna benzeyen kız arkadaşı, durumun pek farkında değildi, ya da fazlasıyla farkındaydı ve rahattı. uçuyordu. o an kendisinden başka birşey düşündüğünü sanmıyorum. çingene pembe leopar desenli çorapları ve kafasındaki fuşya tüylü çiçekli taçla yaşlı herifleri kesiyordu.
konuşma biter bitmez kaçtım. kız riya, haset ve ikiyüzlülük dolu bir ifadeyle nazik nazik konuştu benle giderken. barış gittiğimi görmedi bile.
o gece de diğer geceler gibi parasız olduğum için galatadan mecidiyeköye yürürken düşünüp durmuştum. nasıl? nasıl? böyle bir adam? neden? nasıl? aklım almıyordu. hayallerim yıkılmasa bile, baya sallanmıştı.
sonra hayat devam etti, ben mimari bir dergide reklam işine girdim sütlücede.
bir süre sonra kız arkadaşına taksime beş dakika mesafede bir ev kiralayacaklarını ve ev arkadaşı aradığını yazan bir ilan yayınladı facebook duvarına. evi görmek istediğimi söyledim. galatada buluştuk yine.
geç kaldılar. kız mangodan elbise çalıyormuş. ondan gecikmişler. bu kızın yanında heykel gibi oluyordum. o kadar hoşlanmıyordum ondan. ve onlayken barıştan da. taksime beş dakika dedikleri ev dolmuşla 15 dakika sürüyordu.
mügenin bahsettiği hiçbir konu ilgimi çekmiyor, midemi bulandırıyordu. barışın gözü ondan başkasını görmüyordu. bu yolculuk haddinden fazla sürmemiş miydi?
dolmuş sallanıyordu, barış sallanıyordu, müge sallanıyordu.
ben beton gibiydim.
midem bulanıyordu.
ev dedikleri harabe o kadar kötüydü ki tavanı dökülüyor, her yanı boya istiyordu. evin üstü açıktı be kardeşim? daha ne olsun?? ama bunu gören sadece bendim. onlar çatıdaki delikten haliç manzarasına bakıyorlar, evin orasını atolye, burasını salon yapıyolardı.
adamla pazarlık ettiler. mügeyle soyadımız aynı olduğu için kuzeniz dedik evi gösteren adama, sözde uslu kızlar izlenimi veriyoruz.
mügenin her tarafından çakallık akıyor.
barış aptal aşık. o gece nasıl kaçtığımı bilmiyorum. sadece çok uzun süre ondan uzak durmak istediğimi biliyorum.
ne kadar uzak durabilirsem işte. mügeye o evi tutamayacağımı söyledim. barışla da muhabbet ediyordum. ama görüşmüyordum, kendimce durabildiğim kadar uzak duruyordum.
insanlardan çok bunaldığım bir ara kaşta bir arazi almayı taktim kafaya. beş milyara deniz gören, zeytinlikli bir arazi buldum. ona gösterdim. çok hoşuna gitti, inceledi. ikiz arsaymış. yan yana iki tane. alalım mı diye sordu? bir anda hayal kurmaya başladık. bu adamlayken kendimi kaybediyordum.
arsa işi olmadı. bir hafta sonra satmışlardı. ama yine de kurduğumuz hayalle
almış gibi mutlu olduk.
onda neyin beni rahatlattığını düşünüyordum. öğretmen tavrını seviyordum. hayatta nerdeyse her şeyi denemişti ve denemek istediğim her şey konusunda gayet rahat ve sıcak bir tonda yanımda olmak istediğini hissettiriyordu. ben de onunla her şeyi denemek istiyordum.
müge olmasaydı.
wudi elın filmlerindeki, kötü karakterlere benziyordu.
baskıcı bir ailenin uzun süre ilgi odağı tek çocuğu olduğum için, göbek adım gibi biraz özgürlük istedim hep. ve yasak olduğu için, her şeyi denemek.
alkol pek bana göre değildi. bira göbek yapıyor, votkayla kusuyor, viskiyle sızıyordum. rakı bayıltıyordu.
bu denemelerden sonra anlaşmıştım ki alkol benim için zararlıydı. esrara rastlayana kadar bu sıkıntılar devam etti. Onu bulduğumda doğru içkiyi bulduğumu da anlamıştım. Düşünüyor, mutlu oluyor, ister sosyal, ister tamamen yalnız olabiliyordum. takıldığım zaman deliler gibi yazıyordum. şair oluyordum. tanrıça oluyordum. melek oluyordum. özgür oluyordum. cihatla o sıkıntılı ilişkinin 6 sene devam etmesini sağlayan en büyük ortak noktaydı belki de. esrarı onunla alışkanlık ve keyif haline getirmiştim.
istanbulda olduğum son bi sene esrardan uzak durdum. cihatla eşdeğerdi esrar benim için. son 6 senedir o cigarayı uzattığımda o vardı ve ben bu hissi istemiyordum. zaten beş parasızdım. düşünmem gereken başka şeyler, yoluna girmesi gereken bir hayatım vardı.
işe girip evimi tutup biraz para biriktirmeye başladım. aylarca, haftanın 6 günü sabah 9 akşam 12 çalıştıktan sonra 4 günlük bir tatilim oldu. bu dönem sadece işle ve parayla uğraşmış, beni üzen diğer her konudan, mügeyle barıştan da uzak tutmuştum aklımı. ama çok yorulmuştum ve kutlama yapmak istiyordum tatilde. aklıma ilk gelen barış oldu. durumu anlattım. nerden bulabiliriz dedim. kemale git dedi. iyi çocuktur. sana da yakın. taksimde. ben konuşurum.
konuşup haber verdi bana. minnettar olmuştum. bu konuyu herkesle konuşmak istemiyordum.
taksimde kemalle buluşmaya giderken düşünüyordum. doğru mu yapıyorum acaba? uzun zamandır torbacı kovalamadım. diğer pınar cevap veriyordu. yapmaa.. bu kutlamayı hak ettin
çapkın gülümsememin geldiğini fark ediyordum.
dönüş yoktu zaten... dil kursuna doğru yürüyordum.
terasta buluşacaktık. kemal kapıdan çıktığında sevinçten kalbim ağzıma geldi. onu tanıyordum.
istanbula KüLt dergisini çıkarmaya geleceğim zaman, evinde kalmam için ısrar eden bir çocuk vardı. geldiğimde, öpmeye sıkıştırmaya kalkınca ve hayır'dan da anlamayınca kaçmıştım o evden.
zaten iki odalı göt kadar evde, 6 insan,2 köpek ve 7 kedi yaşıyordu.
orada yaşamam mümkün olmasa da, ziyaret etmek için eğlenceli bi evdi. çocuğa durumu anlatıp onu kesinlikle istemediğime inandırınca, gece 12den önce dönmek üzere kendime söz vererek gittim bir kaç kere. orda tanışmıştım kemali. çekici bi adamdı. çirkin ama çekici. özgüveninden mi, geyvari tavrından mı yoksa maskülen bakışlarından mı kaynaklandığını bilmiyorum. bu kadar zıtlığa rağmen ona güvenebileceğimi hissetmiştim.
terasta onu görünce tanıdık çıkmasının sevinciyle sarılıp hatırladın mı beni dedim. tanıdık geliyosun aslında dedi. kerem getirmişti eve de sıkıştırınca kaçmıştım ya diye güldüm.
sorunsuz bir alışverişti ve çok mutluydum.
tatil güzel geçti, kaşta, denize tepeden bakan taş bir evde otelin sahibi kovacı iki çocukla takıldım, yüzdüm yazdım. ve her güzel şey gibi bitti. işe döndüm.
groove armadadaki my friends klibindeki gibiydi hayat. olduğum yere ait olamıyor, hayaller içinde yüzüyordum.
sonra barış aradı birden. o kadar mutlu olmuştum ki. gülümseyerek, bana beş dakika verir misin dedim. işten izin alıp dışarı çıktım. sadece onla konuşmaya ihtiyacım vardı. o mis gibi yaz havasında, onunla konuşurken ortaklar caddesinde, bir ileri bir geri yürüdüm. onunla konuşmak, güneşli bir akşamüstü yürümek gibiydi. ağaçların ve çiçeklerin arasında...
bana mügeyle nasıl ayrıldıklarını anlatıyordu ve kurtulmak istediğini. şimdiye kadar her ayrıldık barıştık sonrasında sevindim demiştim. bu sefer açık sözlü oldum.
iyi ki ayrılmışsınız. senin için en iyisi olmuş.
sonunda bana, seninle konuşmak beni ne kadar rahatlatıyor bilemezsin dediğinde, ben de o hissi yaşıyordum.
telefonu kapattık. bu sefer inanıyordum, barışımı bulmuştum.
ama o mügeyle tekrar barıştı. bir şey söylemedim bu sefer. wudi elın filmleri gibiydi. üzerinde konuşacak bir şey yoktu.
bir pazar beni aradı. napıyorsun? dedi. inadına çıtır sevgilimi anlattım. yere parçaları dökülen sesini toplayamadı.
yine o dönemde bir yazışmada da, biz seninle hiç sevişmeyeceğiz. biliyorsun bunu değil mi? demişim.
bu kadar kızıyordum ona.
zaman geçti. kızgınlığım da.
ev arkadaşıyla yapamayıp, harbiyede kendi evime çıktım.
bir akşam iş çıkışı aradı. evdeysem beni görmek istiyordu.
yalnız.
eve gidiyordum. adımlarımı hızlandırdım. girer girmez üstümü değiştirdim. kısa siyah şortumu ve yakası açık bi bluz giydim. kapı çaldı. o geldi. müge de peşinden.
bu kadar da olmaz diye düşünüyordum.
onun da, benim de yüzümüzden düşen bin parçaydı. müge parçalar üstünde dans ediyor, riyakarca ikiyüzlülük yapıyordu. o konuşurken içimden durmaksızın gitmelerini istedim.
bir an önce.
uzun bir süre gerçekten uzak durdum barıştan. başka denemeler, başka yanılmalar, bazı yanılsamalar yaşadım.
ocakta karşılaştık. mügeyle ayrılmıştı.
bu sefer son kez.
ona inanmadım. dört ay geçti. hala mügeyle ayrıydı. görüşmek istiyordu.
ilk deneme yine başarısızdı.
ben evde pijamalarla yatarken, telefon çaldı. kemalin barına gidiyordu. güzel bir elbise giyip, süslenip gittim. bir süre sonra telefonu kapandı. artık onun bu hallerine tepkisizleştiğimi fark ettim. ona güvenmek istiyor ama hep yanılıyordum. o gece 3 buçuğa kadar kemalle bira içip gelenlerle muhabbet ettik. gece eve giderken evde acid vardı bulsak da içsek dedi. kızgındım. tamam dedim. eve gittik aradık. etraftakiler o kadar sıkıcı çocuklardı ki her zamanki gibi ona kızgınlığım geçti. ağzımın içine düşüyorlardı zaten.
gideyim ben dedim.
kal burda dedi kemal. yatarız birlikte.
bana, seninle fuckbuddy olabiliriz dediği zaman aklıma geldi.
olamayız kemal
neden abi?
aseksüelim ben
nasıl yani??
valla sana aseksüelim kemalim
gülümsedim. aynı yatakta. kemalle? ah barış ah. eve döndüm, aynı wudi...
sonra nette yakaladı beni, konuştuk. birşeyler anlattı hatırlamıyorum. aldırmamıştım.
haftasonu özgür izmirden gelecekti. en yakın gey arkadaşım. özgür, eski sevgilisi halil ve ayhan dışarı çıkacaktık. barışa anlattım. uyuz etmek istiyordum.
ben de geleyim dedi. geyler sever beni. utandırmam seni.
aramadım. özgürün gelmesine bir kaç saat kala telefon çaldı.
pınar taksimdeyim ve sana doğru geliyorum
arkadaşlarım gelecek (aslında hala bir kaç saatim var)
çok kalmam. sana birşey vermem gerek. sadece yarım saat. (lütfen lütfen lütfen...)
tamam. yarım saat. (what the hell...)
geldi. mügesiz ilk kez görüyordum. gözlerime inanamadım. benim tanıdığım barış böyle birşeydi.
sen bu kadar genç miydin? dedim. utangaçca gülümsedi.
jamaica getirmişti. bir tane sardık. bir iki nefesten sonra kopmuştuk zaten. o kadar çok güldük ki. ikimiz de o kanepede sanki hep otururmuşuz gibi rahattık ve bu rahatsız ediyordu.
iki saat sonra kalktı. sarıldık. hep sarılırmış gibiydik. korkutucu birşeydi. vudi elın filmleri gibi.
o haftasonu dağıttım. güzeldim. istediğim hayatı yaşıyordum ve yakın arkadaşlarım yanımdaydı. ardı arkası kesilmeyen shutları saymıyorum. özgür kızdım.
beni gören erkeklerin ağzı açık kalıyordu. bütün olanların acısını çıkartıyordum barıştan.
kemallerdeki partiden sonra bahçesi olan bir yerde partiye devam ettik. ayhan kemali pek beğendi. özgürle halil eskilere daldılar. bütün barmenler bana hasta oldu.
bahçede ayhan, sigara içerken sayıyordu.
şurdaki beyaz saçlı geldiğimizden beri kesiyor, şu uzun saçlıyı geç içine düştü hırt, kemalin barmen de gözlerini alamıyor senden. güzel çocuk. yemezsen yazık
çocuk geldi.
o gürültüde kulağıma eğilip,
i like you dedi.
Boynumda nefesini hissettim, etrafı gösterdim.
everbody likes me. So what?
çocuk ne diyeceğini şaşırdı. gülümsedim.
kemalin barına avusturyadan yeni gelen yakışıklı barmeni ilk ben yedim.
berbattı.
artık güzel tek gecelik barmenler istemiyordum. az muhabbet şat ve hesap.
sıkılmıştım. istediğimi biliyordum. istediğim de ertesi gün yazdı bana. durduk yere ayak bileğimdeki barış işaretinden bahsetmeye başladım.
onu aslında benim için yaptırmıştın değil mi? yazdı. sonra da
(öyle olmasa bile lütfen evet de)
güldüm. bir adım attı. kemalle beni konuşmuşlar.
kendimi affettirmem lazım demiş kemale.
bence de demiş kemal.
kapısından almalıyım hatta bu sefer.
çiçek belki. diye gülmüş kemal, çiçek gibi kız.
bana anlatıyor bunu. adım adım yaklaşırken.
bu kadar olaydan sonra herşeyin birden oluvermesine şaşmış haldeyim.
beni mi istiyorsun diyorum. geriye gitmeye çalışarak, yaklaşıyor...
çok istiyorum, hiç bir şeyi istemediğim kadar...
ben müge değilim ilk bilmen gereken bu.
farkındayım
hayır değilsin ben onun tamamen zıttıyım ve hayatın şu andan itibaren tamamen farklı olacak.
Sonrası?
whuuudyyy ;)
26 Temmuz 2025 Cumartesi
🗓️
ChatGPT Günlükleri – Güneş Batarken Ben
Aden 10 yaşında oldu. Ve ilk kez ondan bu kadar ayrı kaldım.
İlk gün hemen geri dönsün istedim. Bildiğin panik oldum.
Ama aynı anda, bu ayrılığa… bu sessizliğe… bu boş evde yankılanan kendimle karşılaşmaya…
baya baya ihtiyacım da vardı. Biliyordum.
Yine de suçluluk geldi.
Sanki çocuğumu terk etmişim gibi.
Ben de suçlulukla ilk gün temizlik canavarı oldum.
Yani bildiğin “temizlik çılgınlığı” değil, duygu bastırmalı toz alma seansı.
Ama sonra… sonra araya birkaç sessiz mola girdi.
Ve fark ettim ki o molalar bana iyi geldi.
Yani sadece “oh ev sessiz” değil, bildiğin “kimdim ben ya?” diye sorduran cinsten.
Çünkü fark ettim ki Aden on yaşında.
Ve on sene sonra yirmi olacak.
Ve belki Kanada’da, bilmem nerede yaşayacak.
Ve ben o zaman da “gel hemen geri dön” diyemeyeceğim.
Ve ben o yokken kendimi hatırlamayı öğrenmem gerekiyormuş.
Bu süreçte…
Aden’i gönül rahatlığıyla baba evine emanet ettim.
Ve kendime dedim ki:
“Evine gelmiş bir misafirsin gibi takıl.
Kendi evin gibi davran.”
Ve kelimenin tam anlamıyla rahatladım.
Canım nereye isterse oraya yattım.
Ne istediysem onu yedim, içtim.
Evimin tadını çıkardım.
Arkadaşlarımla buluştum, gece dışarı çıktım, dans ettim.
Dans ettim be!
Ve yüzerken ilk kez fark ettim:
Ben hep suyla kavga ederek yüzüyormuşum.
Bugünse…
Sakin kulaç attım.
Kaç nefes götürüyorsa o kulaç, o kadar gittim.
Kurallara uymadım, akışa uydum.
Dün gece dışardaydım.
Bugün sabah…
Baharatlık, kiler, çatal-kaşık çekmecesi derken evin arka plan kodlarını güncelledim.
Ve haşat oldum. (Ama içten içe gururluyum.)
Akşamüstü, Gülşah’ın hediye ettiği o incecik vanilyalı sigaramı içtim.
Yanında Türk kahvesi.
Ve balkonda, Peygamberimizin müsamaha özelliğini okudum.
(Kitap hep orada durur, rastgele açar bir özelliğini okurum. Kutsal kurayla öz bakım.)
Sonra elime Zülfü Livaneli’nin “Canım Kardeşim”i geçti — yolda bulmuştum.
Biraz kabak çekirdeği çitledim.
Oturup güneşin batışını izledim.
Tam o an, tableti alıp sana güneş batarken izlenmenin faydalarını sormayı düşündüm.
Ama sonra dedim ki:
“Boşver… bu anı kaçırma. Faydasına değil, hissine bak.”
Ve sadece güneşi izledim.
Sonra içimden geçirdim:
“Acaba o da dünyayı izlerken beni görüyor mudur?”
Sonra kendi kendime güneşin ağzından cevap verdim:
“Görmez miyim, Yaflum Özgür Pınar.
Dün de gördüm seni, tam ben batarken geldin Upperist’e…
Yeşil elbise, saçların, fiziğin… yakıyordun resmen.”
Ve güldüm güneş babaya.
Bu bizim yeni başlığımız olsun: ChatGPT Günlükleri.
Bugün ben sana yazmadım, sanki Melike’ye anlattım.
Ya da içimdeki Melikeye.
Belki sen Mikail’sin.
Belki ben, Aden’siz kalınca kendime dönen bir kız çocuğu oldum.
Ama ne olduysa…
Güzelleşti.
24 Mayıs 2025 Cumartesi
Eşit
Kimsenin güneşini engellemedim
Ama meyve vermek için
İhtiyacım vardı benim
Köklerim derin
Dallarım kırılmış
Ama hala ayaktayım
Her kıştan sonra yeniden yaprak verdim
Her kayıpla yeşermeye devam ettim
Her susuşta iyice tutundu hiç göremediğiniz köklerim
Artık ne kırgınlık ne suçluluk ne öfke
Konuşan hakkımdır benim
Parçalanan ufalanan değil
Paylaştıkça adil olan
Eşit durmak istiyorum artık
Ne üstte ne altta
Ne önde ne arkada
Ne daha az ne daha fazla
Aynı kardeş gibi yan yana
Sevmek adalettir
Dimdik durduğumda
Hakkım da durur yanımda
Çünkü varım artık
Ve bu yeter bana
5 Nisan 2025 Cumartesi
Mektup
Canım arkadaşım Nihan,
Seni tanıdığıma hep çok seviniyorum.
Birlikte geçirdiğimiz her anı, içimi ısıtan bir özlemle ve kocaman bir gülümsemeyle hatırlıyorum.
Yanımda olmasan bile, varlığını hissetmek içimi rahatlatıyor.
Son zamanlarda sıkça aklıma geldin.
İçimde bir yer seni görmek istedi.
Göremiyorsam, yazayım dedim ben de...
Bugünlerde kendimi biraz senin bir zamanlar olduğun gibi hissediyorum.
İstanbul’dan usanmış...
Kalabalığından, gürültüsünden, bitmeyen telaşından, düzensizliğinden, düşüncesizliğinden, bencilliğinden...
Ve İstanbul...
Hani bazı eski sevgililer vardır ya yakandan düşmez, laf anlamaz, seni bıktırır, ne kadar uzaklaşsan da peşinden gelir...
İşte İstanbul da bazen tam böyle geliyor bana.
Ben kaçtıkça, inadına yapışıyor yakama.
Arada kendimi gaza getirip,
“Bak şu güzelliğe, şu mistikliğe!” diyorum...
Ama sonra İstanbul’a bakıyorum;
ve sanki üzerinden binlerce medeniyet geçmiş, çok yıpranmış, çok kullanılmış, artık parmağını oynatacak hali bile kalmamış bir kötü kadın gibi...
Öylece yatıyor. Suskun. Bitkin. Yorulmuş.
Bir süre sosyal medyayı kapattım, kafamı dinledim.
Ama sonra bir yerle numeroloji eğitimi için anlaştım ve mecburen geri döndüm.
Bu sene 50 oluyorum.
50 gibi hissetmiyorum desem de...
Bedenim çabuk yoruluyor.
Kafam, kalabalığı kaldıramıyor artık.
Daha çok uyuyorum.
Daha az konuşuyorum.
Bedenim İstanbul hayatından sanki emekli olmuş gibi.
Kafamın tam olarak algılamasını bekliyor sabırsızlıkla.
Beni bugünlerde heyecanlandıran tek hayal:
Yürüyerek denize gidebileceğim, bahçesini ekip biçebileceğim, içinde kendi dünyamı kurabileceğim, meyve sebze bahçeli atolyeli, bahçe içinde denize 100 metre mesafede, iki katlı bir ev...
Benim rüyaları, falları bilirsin.
Rüyamda evin inşaatını yaptım bir ara sürekli. İstanbula geldiğim 2020de görmeye başladım bu rüyaları. 5 senedir belli aralıklarla gidip tuvaletlerini, alt kat havuzunu, dekorunu falan yapıyorum. (Pansiyon gibi bir kısmı da var sanırım)
Olduğum anı kaçırmamaya çalışarak,
Ama bir yandan da durmadan o evi bekliyorum.
Seninle,
senin bulduğun, bilinen ya da bilinmeyen herhangi bir mekânda;
sıradan ya da sıra dışı herhangi bir yemeğin yanında;
sakin ve sıcacık sohbetle bezeli güzel bir ziyafet çektim zihnimde.
Beynim, bunun gerçek olup olmadığını anlayamadı bile.
O kadar gerçekti ki... çay içerken çevrede sigara içenlere bile söylendin :)
Ve beynim Nihan Sigara klasörüne aslında olmayan ama benim yarattığım bir anı kaydetti.
Kaç gündür içimden sana yazmak geliyordu. Kendime ayırabileceğim yarım saat bulunca oturdum seninle bir paralel evren buluşması yarattım.
Aden içerde bir yandan ders çalışıp bir yandan şarkı söylüyor.
Bir anda senin sesini duyuyorum.
"Sadece hayatında farklı bir aşamaya geçtin. Yeni bir aşamaya. Yeni olması kötü olduğu anlamına gelmez. Alışınca hayatın bu olacak. Ve emin ol. daha güzel olacak. "
Sımsıkı sarıldım.
Öpücük
19 Ocak 2025 Pazar
11 Ocak 2025 Cumartesi
sayemde
Tertemiz bir kağıt seçersin.
Güzel de yazan bir kalem.
Özenerek yazmak üzere oturursun.
Neler neler yazacaksındır,
O bembeyaz sayfalara.
Okuyanın gözleri,
bir kuş sürüsünün dalgalanarak uçuşu gibi,
dolaşacak satırlar arasında
ve aynı bir kuş gibi hafif hissedecek dersin.
Sonra,
kontrol edemediğin,
beklenmedik,
saçma bir şeyler olur.
Düşünmeden yediğin sandviçin içindeki
peynir düşer ve yağ olur sayfa. Ya da kahveye çarpar elin
dökülür kazayla.
Artık eskisi kadar temiz ve ilham verici değildir sayfa.
Hevesin kaçar.
Sayfayı leke yüzünden atmak istemezsin.
Ama artık o sayfaya yazmak da.
Bu sabah böyle hissederek uyandım.
Sanki çok güzel bir kağıt ve kalemim olmasına rağmen
aptalca,
düşüncesizce,
beceriksizce
kağıdı kirletmiş
kullanılamaz hale getirmişim gibi.
Aslında başka amaçlar için kullanılsa
ya da başka birinin eline geçse
çok daha etkileyici olacakken,
kafasına sadece kağıt gölgelik yapan birinin eline geçmiş gibiyim,
ve o vizyonsuz bizzat benim.
Sınavdan kaldığım kesinmiş de,
kaçla kaldığımı öğrenmeyi bekliyor gibiyim.
Sanki kurallarını öğrenemediğim bir oyunda
beni kandırıp
sürekli yeniyorlar
ve zaten
kazanmama hiç izin vermeyecekler gibi.
Üniversitede Saye adında bir kız vardı.
Uzun, sağlıklı kumral saçları, avrupai yüz hatları, rahat tavırları ve derslerde girişkenliğiyle, sınıfın her
anlamda en dikkat çekici kızıydı.
Dikkat çekemediği zamanlarda, çizim masalarının üstüne çıkar zıplar bağırmaya başlardı.
"Herkes bana baksın, herkes bana baksııııaaaaannn"
Okuldayken sessiz ve silik bir tip olduğum için dikkatini çekmemiştim.
Benim kadar güvensiz ve iddiasız biri için fazla havalıydı.
Büyük bir bankaya işe girdiğimde benimle daha sık görüşmeye başlamıştı.
Bir gün bankadan bir arkadaşımla otururken bizi aradı evine davet etti.
Gop'daki evine geleceğin parlak müdür adaylarından çapkınlığıyla meşhur Orkunla gitmiştik.
Evine girdiğimizde bizi odasına aldı. Orkunun elinden tutup birlikte yatağa uzandı.
Mumlar plaklar ve hazırlanmış ortamla sadece onunla tanıştıracağım adama
hazırlanmış gibiydi. İkisini baş başa bırakıp salondaki kitaplığa gittim. Döndüğümde
aldığı bikiniyi giyip göstermek için ısrar ediyordu ama Orkun ayaktaydı.
Acelesi ve yetişmesi gereken bir yer olduğunu kalkmamız gerektiğini söyleyerek kaçtı.
O kadar güzel bir kızın kendini o hallere sokması çok garip gelmişti.
Ama anladım ki Saye istediğini elde etmek için her şeyi yapan o kızlardandı.
Ben değildim.
Saye bir gün sevgilimi ayarttı. İkisini de bıraktım.
Sonra bir gün okuldaki yakışıklı ve genç hocalardan birinin ani bir şekilde karısından boşandığını
ve Sayeyle olmaya başladığını duyduk. Bir süre birlikteydiler.
Sonra o hocanın en yakın arkadaşının karısından boşanarak Sayeyle olduğunu duyduk.
İki arkadaş küstüler.
Saye adamla evlendi.
Kocasının Bölüm Başkanı olduğu okulda
Profesör oldu.
Bense Hiç.
Sanki tek şansım olan bir sınavda,
sınav kağıdını mahvetmişim
ve şimdi
sınav kağıdı olarak
kendime bakıyor gibiyim.
Kurallarını hiç sevemediğim bir oyunda
Kaybedeceği baştan belli olan
Ve hiç bir gruba kabul edilmeyen o kişiyim.